kendimce... kendimden... yazabildiğim kadarıyla... aklıma takılanlar...

14 Kasım 2011 Pazartesi

zıt kutupların dayanlımaz çekiciliği

  Dostluk zor ama güzel bir şeydir. Çok zor bulursun. Çünkü dost olman için herşeyin uygun olması lazım, dürüstlük, samimiyet, güven, kafa uyumu... Şimdiye kadar da öyle kimseyle dost olmadım, çünkü kimseye güvenemedim.
  Hep bir yapmacıklık ve geçicilik olarak baktım dostluğa. Lise bitinceye kadar, üniversite bitinceye kadar, hatta askerlik bitinceye kadar sürdü arkadaşlıklarım. Bir iki konuştuğum olsa da hani gittiklerinde kalbim yanmadı. Yokluklarını öyle derinden hissetmedim. Öyle hissetmem için dost olmam gerekmiş. Ben kimseyle dost olmadığımı yeni anladım.
  Peki dost olmam için ne lazımmış. Zıt kutupların dayanılmaz çekiciliği. İnsan aynı pencereden bakarsa kafa dengi olamıyormuş onu anladım. Ya da ben hep öyle hissettiğimden hemcinsimle öyle bir dostluğum olmadı. Bir yerde rakibin sonuçta. Hani matraklık yapacaksan bile bir yere kadar. Ama dostun karşı cins olursa her şey bir kenara bırakılıyor. Sen bir pencereden bakarsın o da diğer pencereden.
  Evet böyle biri oldu. İlk defa aşık olmadığım bir kızla konuştum. Dost oldum. Onunla tatlı, acı herşeyi paylaşıyor, hem gülüp hem ağlıyorduk. Ama her güzel şey gibi bu da kısa sürdü. Hem de sebepsiz bitiverdi. İşte tam burada anladım onunla dost olduğumu. Meğer insan biriyle dost olunca yokluğunda kalbi acıyormuş. Sen aşıksın diyenlere de ısrarla diyorum ki aşk değildi aramızdaki.
  Dost olmak için zıt kutuplara ihtiyaç varmış. En azından benim için...

10 Ekim 2011 Pazartesi

ben, sen ve aşk...


  Olmazmış... Çok basit aslında. Hani şöyle de derler ya "biz ayrı dünyaların insanıyız." İşte böyle bir şey. Hani herkesin yaşadığı aynı değil belki ama ne kadar da güzel özetliyordu herşeyi. Farklı giriş ve gelişmeler olsa da sonu yine aynı şekilde bağlanıyor romanın. hani aynı filmi zorla izlemek gibi, hem de defalarca. Ne olacağını bile bile, katili maktülü, mutluyu mutsuzu bildiğin halde zorla aynı filmi defalarca izlemişim...
  Bir umut... Bir umut belki de bu kadar safça bekleyişlerim ya da izlediğim filmi sanki hiç bilmiyormuş gibi izleyişim. Hani çabalarsın bazen de. Bilmediğini farzettiğin o filmin sonu gelmeden kendince çabalarsın. Belki yolu değiştirirsem sonu aynı olmaz. Belki şöyle yaparsam, şöyle davranırsam sonu ayrılık olmaz bu yolun diyorsun ama olmuyor. Başlarken yazılmış ayrılık. Sona kalmamış. Bize bırakılmamış...
  İşte o yüzden nasıl gece, gündüz ve gün bir arada duramıyorsa ben, sen ve aşk bir arada olmazmış. Ben anladım. Geç olsa da anladım.
  Şimdi ne mi yapıyorum? Gölgem olduğunu bile bile sen yokmuşsun gibi davranıyorum. Arada senle konuşsam da seni hiç düşünmüyormuşum gibi yapıyorum. Yeni kurmaya başladığım hayallerin önüne bir bir geçsen de ben yanından geçiyormuşum gibi yapıyorum. Ben yolumu değiştiriyorum da seni değiştiremiyorum...

21 Temmuz 2011 Perşembe

sanal...

   bundan çok değil 10 yıl kadar öncesinde çok yabancı olduğumuz bir alandı sanal alem. farklı bir dünyanın kapıları açılmış bize. hani adeta dünyanın kardeşi. birbirinin içine girmiş dünyalar...
   sanal alemin iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da var. kötü taraflarını her yerde görmek mümkün, ben sadece bir iyiliğinden bahsedeceğim: arkadaşlık... kızlı erkekli olan arkadaşlıklardan bahsetmiyorum. hani "nasılsın, iyi misin?" diye sorabildiğin, "şu konuda sen ne diyorsun?" diyebildiğin, "bak bugün benim başıma ne geldi." diye anlatabileceğin arkadaşlıklardan bahsediyorum. kız, erkek farketmez. çok güzel bir arkadaşlık, çünkü bir şey anlattığın zaman onun yüzündeki mimikleri görmüyorsun ya da sana bir şey anlatırken altında yatan imaları sezemiyorsun, çünkü görmüyorsun. senle zıtlaştığı ya da kıskandığı yaşadığınız ortak bir mecra yokki senin kötülüğünü falan istesin. çünkü sadece bilgisayar karşısında en uyuşuk zamanlarında senle konuşuyor. ayrıca canını sıksa bir blok kadar kolaydır bitirmek, bir daha yüzünü görmemek ya da o hani yakınında yüzüne söyleyemediğin, içine oturan o son sözleri sanal alemde hiç korkmadan söylersin. ki son söyleyen de olabilirsin.
  işte bu yüzden sanal arkadaşlıklar gerçeğinden daha az yaralı olabiliyor. biz yoruldukça, biz sınavlardan kaçtıkça kendi köşemizden böylece dünyamızı seyrediyoruz...

14 Temmuz 2011 Perşembe

korkaklık...

  hayat seçimlerle dolu. ben yine bir tercih yaptım ve o tercihlerde yine hayatıma sarıldım. hayatımdan kaçamadım...

  yarını bilememek tercihlerimizi belirler. o yüzden tercihlerini yaparken hep bugünü düşünmek, bugünle tercihlerini yormak zorundasın. ve o tercihlerini yaparken bazen aza kanaat edersin ya da sadece korkarsın. hayata karşı durmaktan, hani biraz daha koşmaktan, bir kaç tokat ya da tekme atmaktan korkarsın. korkarsın bir gün ona yenileceğinden.

  dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak istemezsin. çünkü sen savaşçı değil, hazırcısın. şimdiye kadar hayat hep önüne sunulmuş ve sen hiç itiraz etmeden yemişsin. beğenip beğenmemen ya da şöyle olsa daha güzel olurmu demenin hiç bir önemi yok, sen hazırcısın. ve hazıra konduğun hayatta o bibloların yerinin değişmesini hiç istemezsin, çünkü öyle görmüşsün. değişirse bir şeylerin ters gideceğinden korkarsın.

  ya da şükretmişsindir, belki daha iyisi çıkar... öyle değil mi? benim yaptığım hangisi?

24 Haziran 2011 Cuma

zorlama...

  hayat bir tercih meselesi değil, zorunluluktur.
  yaşamın her aşaması inişli çıkışlıdır. ne hep iyi gider ne de kötü gider hayat. biraz ondan biraz bundan yaşayarak ölüme yol alırsın. karşına çıkan engellere karşı öylece duramazsın. hani bana ne dediğin şey bile aklını kurcalar, öyle sessiz sakin hayatından geçmez. çok sevinçli bir olay karşısında sadece gülüp geçemezsin, gününe yayılır.
  çoğumuz öngörüden yoksunuz. ya iyi olarak görürüz karşımıza çıkanı ya da kötü. grilere yer yok. ama bir yandan da hep hayra yorarız, kafamızda olayı yorduktan. plan yaparız, beğenmez bozarız ya da sağlam kuramamışızdır kendiliğinden bozulur. ki bu olayda hep karşıdaki suçludur. tüm yanlışlarımız aslında bu yanlışla başlar. farkında değilizdir.
  biz herşeyin güzel olmasını isteriz. kendimizce zorlarız işte. orasından burasından çekiştirerek bize tam olmayan hayatı giymeye çalışırız. halimiz trajikomik olur haliyle. sonra başımızı iki elimizin arasına koyup düşünmeyi akıl ederiz. ki sık sık etmeliyiz...

22 Mayıs 2011 Pazar

bilincin hortlar...

  Zaman hızlı geçiyor. Küçükken çok kızardım böyle diyenlere. Ben günleri ay gibi geçiriyorken bu insanlar neden zamanın hızlı geçtiğinden dem vuruyor diyordum. Öyle değilmiş, ölüme yaklaştığın her gün kısalmaya başlıyormuş. Aslında sorun bizde değil, bir göz yanılması da yok ortada, sadece oyunun kuralları bunu gerektiriyor...  Bazen pazara gidersin, bir manavın önünden geçersin, gözüne bir meyve takılır, kendi kendine söylenirsin "epeydir yememiştim ben bundan" diye ya da bir markette hep önünden geçtiğin fakat  gözüne ilişmeyen bir yiyecek çeker canın, epeydir yememişsindir ya da bir tatlıcının önünden geçerken farkedersin epeydir baklava yemediğini. bunlar olmadan da yaşadığını farkedersin, önemsiz ya da gereksiz gibi gelir. Aşk da öyledir ayrılıklardan sonra. Unutursun, en son ne zaman konuştun, en son ne zaman "seni seviyorum" dedin, hatırlamazsın. Bilinç altına atmayı başarırsın bazen, çünkü en yakın dostun yalnızlıktır ve onunla zamanı öldürürsün.
  Sonra bilincin hortlar, şimdiye kadar unuttum dediklerin öylece karşına dikilir. Bir arasam mı dersin? Garip şekilde, garip zamanlarda aklına takılır, rüyana girer. Halbuki epey olmuştur o gideli ama gel gör ki hayat yine sana oyun yapıyordur!

22 Nisan 2011 Cuma

vize sonrası...

  Vize sonrası üniversite öğrencileri genelde evlerine giderler. Hem yaşanan stresi biraz olsun üzerilerinden atmak için hem de aile özlemini dindirmek, memleket kokusunu unutmamak için evin yolunu tutarlar.
  Eve gitmeden önce ne zaman gelineceği anneye ya da babaya müjdelenir. Sonra eve gidince nelerin yapılabileceği ortaklaşa planlanır. Yapılacak yemekler, gezilecek yerler, ziyaretler hepsi bellidir. En güzel yemekler öneceden sipariş verilir, sarmalar, dolmalar hazır edilir. Üniversite evlerinde ya da yurtlarında sıradanlaşan makarna çorba ikilisi yerine anne elleriyle yoğrulan pastalar, börekler ve lezzetli yemeklerle öğrenci evin kıymetini bir daha anlar.
  Eve gelmenin sabahında anne hazırlıklara başlar, etrafı toplar, yemekleri yapar. Eve gelecek olan çocuk besleyip büyüttüğü değil de sanki bir devlet büyüğüymüşcesine kırmızlı halılarla karşılanır. Telefonlarda giderilen hasretler boyunlara sarılarak süzülür. İlk başlarda en güzel kelimelerle birbirlerine hitap ederler, can sıkılamamaya özen gösterilir, tabi bu uzun sürmez. Anne anne olduğunu, çocuk da çocuk olduğunu hatırlayınca ufak tartışmalar da o kısacık bir haftaya sığar.
  Tatil hemen biter. Sayılı gün çabuk geçer derler ya ondandır. Koşa koşa gelinen evden baş önde uzaklaşılır. Annenin bayram sevinci cenaze törenine döner. Çocuğun saray sevdası da zindana geri dönüşle biter. işte bunun gibidir...

7 Nisan 2011 Perşembe

kendimden...

  dışarıda yağmur, ıslanmayı göze alamıyorum. ama gitmem gereken bir ömür var. keşfetmem gereken hayat var. çıksam ıslanacak, çıkmasam hayattan mahrum kalacağım. korkuyorum. kendime kızıp "hadi çık dışarı" desem de olmuyor. düşünceler yine beni olduğum yere sabitliyor. kendimden kurtulamıyorum...
  yeni oyun... çoğu zaman seçme şansın yok. "ben oynamak istemiyorum" desen de çoğu zaman oyunun içinde bulursun kendini. bazen de beklersin. kendince tartarsın, iyi mi, kötü mü? "başarır mıyım?" dersin. eğer cevabın hayırsa uzaklaşır, kaçarsın. kendine vereceğin bir şansın yoktur. "ya yine üzülürsem, ya bu da eskisi gibi olursa" için seni yer bitirir. sen de vazgeçer, oynamazsın.
  sen oynamayınca oyun ortadan kalkmaz. bu sefer başkaları oynar sen seyredersin. korkup katılmadığın oyunda senin için de kararlar verilir. birşey yapamazsın. çünkü, baştan yenilgiyi kabul etmişsindir...

3 Nisan 2011 Pazar

beraber yaşlanmak...

  sustu... sessizlik evreni kapladı. kulağımda bitmek bilmeyen bir çınlama var. şaşırmıştı o da. beklenmedik bir
zamanda olunca şaşırır ya insan, işte öyleydi. buna ne o hazırdı ne de ben, ama söylemiştim işte. "benimle evlenir misin?"...
  sade bir cümle değildi bu. öznesi, yüklemi olan öylesine bir cümle değildi. içini açtığında bambaşka bir dünya barındıran  sihirli bir cümleydi. perinin eline geçse masal, cadının eline geçse kabus bir hayata kapı açan cümleydi o.
  "evet" dese belki çocuklarımız olacaktı, belki hayatımızın en güzel zamanlarını beraber yaşayacaktık. aynı yastıkta olmasa da hani yanyana kocayacaktık. dünyaya gözlerimizi beraber açmasak da, beraber kapatmak için dua edecektik.
  olmadı... beraber yaşlanamayacağız. şimdi sen başka biriyle evli, başka birinden çocukları olan ve başka birinin omuzunda geçecek bir ömür koydun aramıza. kıyında duramayacağım dalgalarla fırlattın beni okyanusa...

29 Mart 2011 Salı

bir kız...

  Uzun ve yorucu bir günün ardından evdeyim. Beni bu kadar yoran şehre penceremden tekrar bakıyorum. Herkes kendi halinde, bazı evlerin ışığı açık, bazı evlerin pencereleri. Hava sıcak, kimileriyse balkonlara doluşmuş. Bense şehirden öcümü alırcasına etrafı seyrediyorum.
  Bir ev, bir oda, bir pencere...
  Farkında olmadan birkaç dakikadır karşıdaki eve baktığımı anladım. Gözüm takılmıştı. Bir kız oturmuş öylece karşısına bakıyordu. Önce karşısında biri olduğunu düşündüm, sonra o kıpırtısız halinden evde kızdan başkası olmadığını anladım. Televizyon koltuğuna benzer bir koltukta oturuyordu. Belli belirsiz görünen dumandan bir sigaranın yandığı belli oluyordu. Koltuğun önünde masanın üstündeki küllüğü dolduran izmaritlerden da kızın epeydir orada olduğu da anlaşılıyordu. Kızın bir sorunu olduğu başından beri fark ediliyordu.
  O kızı seyrederken kendi yorgunluğumu unutmuş acaba ne yaşamış onu düşünüyor, bir yandan da onun için üzülüyordum. Bir süre sonra kız masanın üzerinde duran telefona yöneldi. Galiba saate bakmıştı, üzgün tavrıyla tekrar telefonu masanın üstüne koydu. İçeri geçip üzerimi değiştirdim. Ama aklım kızda kalmıştı. Tekrar pencere kenarına geldim. Işığım kapalıydı, beni kimse göremiyordu.
  Kız hala aynı yerde duruyor, hala o donuklukla karşısına bakıyordu. Sonra aniden telefona yöneldi. Belli ki beklediği telefon gelmişti. Açtı. Ses gelmiyordu ama çok hararetli bir şeyler konuştuğu her halinden belli oluyordu. Hatta bir ara ses bana kadar bile geldi. Ağlıyordu. Bağıra bağıra ağlıyordu. Elindeki telefonu olanca hızıyla, bir süredir donuk donuk baktığı duvara doğru fırlattı... Tüm şehir sessizliğe gömüldü. Kız oturduğu koltuğa kıvrılmış, ağlıyordu.
  Ne olmuştu? Neler yaşanmıştı? Telefonda konuştuğu kimdi? Sevgilisi miydi, yoksa kocası mı? Yoksa evden kaçtığı için kızgın olan babası mıydı? Yoksa abisi miydi onun peşindeki? Kim bilir?

24 Mart 2011 Perşembe

kısır döngü...

  Yaşananlar, dünyanın hali beni hayattan koparıyor. Hayatı anlamsızlaştırıyor. Hep aynılık hissi. Dünya hep aynı hesapların peşinde koşan insanlarla, hep aynı dramı yaşayan mazlumlarla örtülü sanki. Hep ayıu senaryo oynanıyor, biz de hep seyreden oluyoruz. Bir yanda Libya, Bahreyn,Yemen, Suudi Arabistan, Suriye, bir yandaysa bitmek bilmeyen türban ve özgürlükler kıskacında Türkiye...
  Bildik senaryoları ayrı gibi önümüze koyamaya çalışıyorlar, bunu yaparken de hem görsel hem de işitsel medyayı buna çok güzel alet ediyorlar. Hani derler ya "delinin biri kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış" durum o misal. Her şeyi tartışalım edasıyla televizyona çıkıyorlar koca koca insanlar. Tamam tartışında bir bakın neyi tartışıyorsunuz, neye hizmet ediyorsunuz!
  Bizi hep seyirci zannedenler az sesimiz çıktığı zaman da bizi alt etmeye çalışıyorlar. Şu da bir gerçek ki o sesi çıkardığımız zaman yanımızda kimse kalmıyor. Biz Don Kişot, onlar yel değirmeni.
  Bu olanlarla birlikte, gazetecilerin tutuklanması olayı da var. Bu olaya da her açıdan bakılıyor, özellikle gazetecilere özgürlük açısından. Evet, haklılar, tabi ki gazeteci tutuklanmamalı, ama şu da unutulmamalı bu medya "ıslak imza" davasında nasıl sahte imza atılabileceğinin etütünü verdi. Sonra o imza gerçek çıkınca da mahçup duruma düştüler! Genelkurmay başkanı kağıt parçası diye yalanladı, bunu da bizi inandırmaya çalıştılar. "korkmayın, bu lav boş" diyen genelkurmay başkanını televizyon artisti yaptılar. Ama sonrasında bu acele hareketleri karşısında utandılar, çünkü yargı yine haklıydı.
  Bekleyelim görelim tüm olanları. Ama bu kısır döngü altında, herşey kabak tadı vermeye başladı. Bende de bir bezginlik. Seçime kadar yine yalanlar, atışmalar, tartışmalar dönecek, sonrası herşey unutulacak. Dünyaysa başka bir alem...

10 Mart 2011 Perşembe

yine yeniden...

  Ayrı kaldık, ayrı düştük bir zaman. Giderken söylemedin de neden ayrıldın, neden gittin? Gitmiştin, bildiğim sadece buydu. Bana sırtını dönerek gitmiştin. Arkandan bakakaldım. Dur diyecek gücüm de yoktu. Sesim kısılmış, yokluğun hayatı dondurmuş...
  Kapatmıştın tüm pencerelerini, tüm perdelerini... Yüzünü karanlığa dönmüş, gölgeni bile benden saklamıştın. Olsun... Umut beslemek zaten böyle bir şey değil midir? Ben yine bana geleceğini, yeniden beraber olabileceğimizi düşündüm. Umutluydum. Ardında kalan tek şeydi o. Belki bana arkadaş, belki acıyı katmerleyen...
  Geldin mi şimdi? Bilmiyorum. Gidişin de hani sebepsizdi ya o yüzden bilmiyorum. Ben bekliyorum. Gün gelir, zaman gelişini gösterir. İşte onu bekliyorum...

28 Şubat 2011 Pazartesi

Yaralarım...

Daha çok küçükken tanıştım onunla. İlk başlarda koltuktan düştüğümde hissettim onu. “Artık ben burdayım” diyordu. Ne olduğunu başlarda anlamadım, o kadar küçüktüm. Sadece biraz canım yanıyordu, sonra unutuyordum. Ben büyüdüm ama o değişmedi. Sokak aralarında koştururken çıktı bu sefer karşıma. Ne zaman yaramazlık yapsam hemen yanımda görürdüm onu. Sorardım niye geldin  diye. O ise bir derviş edasıyla “yaramazlık yaptın, ben o yüzden senin yanına geldim. Eğer uslu dursaydın gelmezdim.” Diyordu. Bazen küçük bir sıyırık olarak karşımdaydı, bazense aylarca iyileşmesini beklediğim  bir yaraydı o.
Yıllar geçti, ben daha da büyüdüm, hem uslandım da. Küçükken anlaşma yapmıştık “yaramazlık yapmazsan ben de senin yanına gelmem.” Diye, işte o yüzden daha rahat hissediyordum kendimi. Artık onu görmeyecektim. Yanılmışım. Ben nasıl uslandımsa o da değişmiş. Başka biri olmuş. Bir gün içimde bir acı hissettim. Düşmemiştim, hiç kanayan yerim de yoktu. Bu acının neden olduğunu anlamıyorken onu gördüm. Yanımda öylece duruyordu. Yüzüne kızgınca bakıp “neden buradasın?” diye sordum. Başı önünde, soruma da hiç cevap vermeden duruyordu.
“Hadi küçükken yaramazlık yaptım da geldin yara, şimdi niye buradasın?” şimdiki görevi de bu. Sebep yok ama acı var. Kanayan diz yok ama kalp yarası var…

23 Şubat 2011 Çarşamba

12-Haziran-2011

 Türkiye’den Akpartiye 3.can…

 Milletimiz 12 haziranda oyunu 4 yıl emanet edeceği vekillerini seçecek. Millet yine vekillerini meclise gönderecek. Seçime yaklaşık 3,5 ay kaldı. Şimdiden hesaplar, anketler ve beklentilerde şekillenmekte. Akparti’nin seçimi kazanacağında hem iç, hem de dış konjoktür hem fikir. Sadece nasıl bir oranla kazanacağı konusunda farklı düşünceler mevcut. Ama %40-50 arası bir oyla kazanacağı tahminine de kimse karşı çıkmıyor. Kısacası halkımız Akparti’ye 4 yıl daha bu ülkeyi yönetme görevini verecek.
Akparti bir seçim galibiyetiyle çıkacak ama 2023 vizyonuyla yola çıkan Akparti için seçimi kazanmakla iş bitmiyor. Akparti bir dahaki seçime de en güçlü aday olarak girmek düşüncesinde. Bu düşünceyi başta R.Tayyip ERDOĞAN olmak üzere bakan ve milletvekillerinden de duyuyoruz. Ama böyle bir düşünceyi gerçekleştirmek için Akparti’nin “yetmez ama Akpati” diyenleri ne kadar memnun edebileceği önem kazanmaktadır.
12 Eylül referandumunda kendini belli eden ve “yetmez ama evet” diyen kesim Akpartinin %40’ını oluşturuyor yani yaklaşık %20 oy potansiyeline sahip desek yanlış söylemiş olmayız. Bu yüzdelik de Akparti’yi tek başına iktidar yapan kesimdir. Bu kesimin küstürülmesi Akparti’yi 2. Parti yapar. Peki Akparti ne yapar ya da ne yapmazsa bu %20’lik kesim Akpartiden başka bir liman arar?
Akparti iktidara geldiğinden beri 3 ana başlıkta özetleyebileceğimiz sorunlarla uğraşıyor. Bunlar:
 1-Demokatikleşme
2-Kürt meselesi
3-İnanç özgürlüğü
Şimdiye kadar hep Akparti bu sorunları çözebilecek tek parti yani “yaparsa Akparti yapar” zihniyetinden dolayı halkımız Akpartiyi 3. kez iktidara getirecek. Ama son zamanlarda bu kesimlerde bir rahatsızlık söz konusu. Akparti’nin bu sorunları hasıraltı ettiği ya da ilgileniyormuş izlenimi verdiği düşüncesi doğdu. O yüzden “yetmez ama Akparti” diyen kesimin 2015’te başka bir parti arayışında olacağı aşikar. Bu durumda merkez sağdan en güçlü aday Hasparti olacaktır. Tabi 2015’e kadar varlığını sürdürürse.
Akparti 2015’te tekrar iktidara gelmek istiyorsa kendine çekidüzen vermeli, Demokratikleşme, Kürt meselesi ve İnanç özgürlüğü konusunda atılacak adımları beklemeden atmalıdır.

11 Şubat 2011 Cuma

Eğitim sistemine sert bakış...

  Okuldayken hep muhalefet ederlerdi eğitim sistemi kötü diye. "Akparti eğitim sistemini altına üstüne getirmiş." falan. Bense onlara hep diyordum ki "Bakın Akparti okullar yapıyor, derslikler açıyor, resterasyonlar yapıyor, neyini beğenmiyorsunuz?" Bana çok manasız gelirdi bu çıkışlar sadece muhalefet etmek için söylenen şeyler zannederdim. Öyle değilmiş.
  İlçemizin merkezinde 2 tane ilköğretim okulu var. İlçemiz 9300 nüfusa sahip. Ben de o okulların birinde okudum. Bizim zamanımızda öyle her dönem ya da dönem ortası öğretmenlerimiz değişmezdi. Vekil öğretmenlik varsa bile çok az kullanılıyordu. Şimdiyse 20 tane öpretmenin en az 5-6 tanesi vekil öğretmen olarak çalışıyormuş. Bazıları 1 dönem bile bitirmeden okuldan ayrılıyor, o minik çocuklarımızsa bu durumda ne öğretmene ne de derse alışamadan ne yazık ki okulu bitirmiş olacak!
  Bugünse başka bir olaya tanık oldum. Olayın vehametini daha da artıran ve tam manasıyla içler acısı. Rekreasyon bölümü mezunu biri sınıf öğretmeni olarak pazartesi günü işe başlayacak! Bu insan eğitimin e'sinden anlamadığı gibi Rekreasyon bölümüne girmek için öyle ÖSS'den iyi bir puan almak da gerekmiyor. Yani herkes eğer fiziksel elemeyi geçerse o bölüme rahatlıkla girebilir.
  Sen ne kadar okul yaparsan yap öğrencileri rekreasyon mezunlarına emanet ediyorsan o okulun hiç bir önemi yoktur! Ne yapılırsa yapılsın, varsın bizim kişi başı milli gelirimiz 10000 dolar olmasın ama bu öğrencileri öyle başıboş bırakmayalım. Çok klasik ama onlar bizim geleceğimiz!

7 Şubat 2011 Pazartesi

isim benzerliği... (neden gamtozu?)

  Farklı olmayı ben istemedim ama insanız. Herkesin ayrı bir şekli, ayrı bir dünyası var. Kimsenin yaşadığı kimseninkine benzemez. Muhakkak benzer taraflarımız da olur. Ki çoğu filmde "aa benim de böyle başımdan bir olay geçmişti" ya da "ben olsam ben de böyle yapardım" dediğimiz replikler olmuştur ama herkesin ayrı bir dünya olduğu gerçeği de çok açıktır.
  Ben de farklıyım. Birilerinin taklidi olmayı da hiç istemem çünkü öyle olsa herkese aynı hayat bahşedilirdi. Hiç düşünmez, tartmaz, yapardık ne yapılacaksa ve yaşardık aynı sıradanlıkta ama öyle değil. Koyun da değiliz biri atlsasa biz de atlayalım. Çabam da bundandır. Allah herkese düşünsün diye akıl verdi. Bazı zamanlar da oluyor ki en orijinal diye düşündüğünüz şey aslında ne kadar da çok kullanılmış, söylenmiş, bestelenmiş. Bu nasıl bir hayat tokatıdır bilemedim. Hani insan kendini bir şey sanmasında mı atılır bu tokat ya da anlamadığım bir mesaj mı konduruldu. Bilmiyorum.
  En kötü orijinal, en iyi taklitten her zaman daha güzel durmuştur dünyamda. Adımı da ondan değiştirdim ama yalnız değilmişim...

3 Şubat 2011 Perşembe

komplo teorisi...

  Yeni Dünya düzeni kuruluyor. Yarı kanlı, yarı kansız tüm dünyanın gözleri önünde bir bir devrimler gerçekleşiyor. Kimileri bunu dikta rejimine baş kaldıran halkın sesi diyor, kimileriyse ABD'nin yeni bir hamlesi. Bense olaya bir üçüncü perde açmak istiyorum. Bunların hepsi Yeni Türkiye Düzenine hizmet eden olaylardır. Ve burada Türkiye'nin parmağı vardır.

  Bir olayda parmağınız olması için bazen hiç bir müdahalede bulunmayabilirsiniz ama örnek olursunuz. Türkiye son yıllarda müslaman memleketlere farklı bir örnek oluşturdu. Müslümanlıkla demokrasinin, laikliğin (gerçek laiklik) , ekonominin bir arada olabileceğini gördüler. Gizli odakların egemen olduğu değil de köy köy dolaşarak insanların derdini dinleyen yöneticilerin olabileceğini gördüler. Ankara'dan atıp tutan bürokrat, aydın ya da milletvekillerini değil Diyarbakır'da ciğeri yanan annenin sesine kulak veren yöneticilerin var olabileceğini gördüler. Türkiye sadece içini değil dışını da değiştirdi.

  Türkiye'nin 2020 yılında ilk 10 ekonomi arasında olacağını herkes tahmin edebiliyor. Bunun yanısıra Ortadoğu politikasıyla Türkiye'nin Ortadoğu'da AB'ye alternatif birlik ya da en önemli güç olabileceğini de görüyorlar. Bu devrimlerle ABD'nin etkisinin kaldırılması da söz konusu. ABD boşluğunu da Türkiye'nin dolduracağı da aşikar.

  Bu pencereden bakınca da devrimleri en çok destekleyen ülke Türkiye olsa gerek. Türkiye başbakanı Mısır cumhurbaşkanına "Git artık" diyorsa olaya ne kadar müdahil olduğunu ve bunu gizlemediğini de anlayabiliriz. Türkiye hem içeride hem de dışarıda gilzi odakların değil halkın iktidar olmasını destekleyen ve gerçekleştiren bir devlet konumuna gelmiştir. Aslında bütün mesele bundan ibaret...

28 Ocak 2011 Cuma

Kayıp...

  Sessiz ve sade bir yaşamdı bizimkisi. Belki herkes gibiydik, elimizdeki, yüzümüzdeki bizi bizden ayıran kıvrımları saymazsak. Biz de emekledik bebekken, biz de çok toz yuttuk, taş yedik küçükken. Elimizdeki o minik taşları nasıl da annemiz görmeden hemencecik atardık ağzımıza. Sanki elmas, sanki zümrüt tanesi...
  Sonra büyüdük ama değişmedik. Elmas diye herkesten saklayıp, kaçırıp sevdiğimiz şeylerin aslında kalbimize konan taşlar olduğunu bilemedik. Bir halt zannettik yediğimizi taşları. Karşımıza geçip bize öğüt veren anne, babamızı en sevmediğimiz şarkıcı kadar bile dinlemedik. Kulak asmadık. Çünkü bizim yaptıklarımız doğruydu. Biz emindik herşeyden ama onlar göremiyorlardı işte.
  Bir kız sevdik. Hani şu elmas zannettiklerimizden. O kadar büyülüydü ki herşey, parıltısında kör olduk. Gözümüzde o kadar büyüttük ki onu dağ oldu. Sonra bir ayrılıkla o dağın altında kaldık. Ben her gün onu keşfederken onda kaybolduğumu hiç farketmedim. Ben onu bulduğumu söylerken, kendimi kaybettiğimi hiç düşünmemişim. Tıpkı rüya gibi. Sanki herşey gerçek gibi nasıl da kalkarız yatağımızdan soluk soluğa, işte ben de böyle uyandım hayattan.
  Aşk senin sevginle ortaya çıksa da karşındaki de sevmezse en ufak bir rüzgarda toz tanecikleri gibi uçuştuğunu görürsün. Aşk sende varsa ipsiz bir uçurtman var demektir. Nereye gider sen hiç bilemezsin...

18 Ocak 2011 Salı

28 Şubatı hortlatma çabaları...

  Son günlerde okuduğum haberlerle dehşete düşüyorum. Tarafsız olarak gördüğüm yayıncılar bile beni şoke eden haberlere imza atıyor. Önce görülen 3 kutupluluk 2'ye düşmüş durumda. Kendine yandaş, candaş ve tarafsız olarak tabir ettiğimiz basın artık candaş ve yandaşlara dönmüş. Herkes bir taraf olmuş. Böyle olunca sağlıklı haber alabilmek de çok zor. Herkes bir tarafa yönlendirmeye çalışıyor. Aklıma mukayyet...
  Seçim yaklaştı ve böyle oldu. Tamam da aynı şeyler milletin önüne konup durmaz ki. Biraz tarih okuyan bile hemen durumun farkına varır. Adnan Menderes iktidarında, Demirel iktidarında, Erbakan iktidarında hep böyle haberlerin yapıldığı ortada. Sağ kesimi iktidardan indirmenin tek yolunun "Bunlar şeriatı getirecek" ya da "irticai faaliyette bulunuyorlar." söylemleri ve izlenimleriyle olacağını düşünüyorlar. Seçim yaklaşıyor ama hiç bir muhalefetten dişe dokunur "biz iktidara gelirsek şunu yapacağız." deyip o yapacağı her neyse bir güzel insanlara anlattığını göremiyoruz. Sadece iktidarı suni şekilde yıkmaya çalışıyorlar. İstediğimizse güçlü iktidar, güçlü muhalefet, Güçlü Türkiye...
  Bu haberlerin bir kaçı:
  lisede 45 cm kuralı: http://bit.ly/ibjQND
  eteği kısa diye işinden oldu: http://bit.ly/fiJzNU
  imam hatipli sayısı rekora gidiyor: http://bit.ly/eig2bv
  minik kızlar okula alınmadı: http://bit.ly/gJyojO
  imam hatiplere polislik yolu: http://bit.ly/eLqhXj

15 Ocak 2011 Cumartesi

Geçmişi kabullenmek...

  İnsanoğlu işte, hep daha iyisine, hep daha güzeline layık görür kendini. Acılar hemen bitsin ama mutluluklar hiç bitmesin ister. Kötü anıları kafasından silmek için binbir çaba harcar, kızar da kendine ama iyi hatıraların hep taze kalmasını, tekrar tekrar yaşanmasını ister. Herkesin dileğidir zaman makinesi. Kimi acılarını silmek, kimileriyse mutluluklarını tekrar yaşamak için geçmişe gitmek, hayatını aldığı derslerle tekrar inşa etmek ister.
  Kusurlu bir bedende kusursuz bir hayat arar! Geri dönüşün o yüzden dayanılmaz bir çekiciliği vardır. Hani hayata sıfırdan başlamak, işte onun gibi. Bir anda geçmişe, sıfıra gitmek. O masumluk, o suçsuzluk... Hepimizin istediği de bu aslında. İyiler kalsın ama yaptığımız hatalar silinsin. O zaman kendimize söz veririz, bir daha şunu yapmayacağım, bir daha bunu yapmayacağım. Ama öyle olur mu dersiniz? Bana pek mümkün gibi gelmiyor. Yaşantımız boyunca kendimize ve başkalarına verdiğimiz onca tutamadığımız söz varken, sıfırdan başlayıp hata yapmamak bana zor ya da imkansız gibi geliyor. Ki fıtrat olarak da insan hata yapmaya hep meyillidir. Yaşadığımız hayatı iyisiyle kötüsüyle kabul edip, ileriki hayatımızı daha güzel şekilde yaşayabilmek için hem dua etmeli hem de çabalamalı. Böyle olursa daha acısız olacağını düşünüyorum...

11 Ocak 2011 Salı

Bir çocuk...

Çocuk yolda yürüyor, yavaş yavaş yürüyor ama bir yandan da bir yere yetişmek üzere olduğu izlenimi var üzerinde. Çabalamıyor ama hissedebiliyorsun . O yavaş yavaş giderken sen de gayri ihtiyari onu izliyorsun. Belki yapmak istediğin en son şeydir bu. Aklın karışık, yapmak istediğin ve yapamadığın bir sürü şey vardır aklında ama bir yandan da çocuğu izlersin! "Önümdeki sokağa dönsün artık ben de yoluma devam edeyim" derken ne o döner ne de sen başka yola gidersin. Sanki çocuk da senle beraber gelir! İlk başta sadece izlediğin çocuğa artık daha farklı bir gözle bakarsın. Acaba o da mı benim gittiğim yere gidiyor diye düşünmeye başlarsın. Çocuksa hiç bir şey umurunda değilmişçesine yoluna devam eder. Tam 4 sokak olmuştur, beraber yol boyunca aynı çocukla gitmektesiniz. Gideceğiniz yere sadece 1 sokak kalmıştır. Bir kovboy edasıyla ona bakarsın ama o sadece gözünü kaldırım taşlarına dikmiş yol almaktadsır! Çocuk son sokağa varmadan bir cafeye girer. Hani tanıdık birini görür de aniden içeri girersin ya işte öyle sen de onun arkasından girersin! Girdikten sonra aslında ne yaptığını senin de anlamadığın bir durumun içinde bulursun kendini. Çocuk bir kızla sarmaş dolaş olmuştur. Gelirkenki o somurtma bir anda kaybolmuş sevecen bir tipe dönüşmüştür çocuk. Sense benim ne işim var dercesine etrafına bakmaktasın! Daha yarım saat var, zaten erken geldim deyip, oturup bir kahve içersin. Yoldaki izlenimlerini kahve yudumlarken onları izleyerek doğrular ya da yalanlarsın. Tahlilini yapmış bir gazeteci edasıyla kalkar kasiyere "kahveniz güzelmiş" der, ücretini öder çıkarsın. Gideceğin yere de varmak üzeresin. Vardın mı?

8 Ocak 2011 Cumartesi

Taşındım...

Biraz geç kaldım. Hayat o kadar hızlı akıyor ki, yetişmek de imkansız. Hep önüne koyduğun hedefler ya gerçekleşiyor ya da hayalkırıklığı ama biz hepsini unutuyoruz. Ve o hedeflerimizle meşgul olurken hayatı kaçırabiliyoruz. Ben şimdi buradayım. Geçmişi geri getiremem ama geleceğe bir gönderme yapabilirim...
Öncem: http://tr.netlog.com/arva86