kendimce... kendimden... yazabildiğim kadarıyla... aklıma takılanlar...

15 Nisan 2015 Çarşamba

Yorgunluk...


  Doğumla ölüm arası hayat bazen seneler, bazen aylar, bazen günler kadar. Ne kadar uzatırsak uzatalım sonlu bir süreç ömür. Ne kadar çok değil, ne kadar güzel olduğu önemlidir. Ne kadar mutlu olduğun, ne kadar mutlu ettiğindir aslında.

  Ne kendini bırakmalısın ne de başkalarını unutmalısın. Hayat bu dengeyi kurabilenler için güzel. Mutluluğun şifresi de bunda sanki. Ama ne kadar becerebiliyoruz ki? Ya kendimize gömülüyoruz ya da kendimizi unutuyoruz. Çalış, çabala, varını yoğunu onlara ver. Ve bunlar olurken hayat durmuyor. Sen biterken "bir dakika" diyemiyorsun. Dinlenmek mi? Maalesef.

  Ömrün koşar adam senden uzaklaştığını, ölümün sana göz kırptığını anlayamıyorsun. Ta ki ölüm gelinceye kadar. Onca yaptıkların, çektiklerin son bulur. Sahi tüm bu uğraşlara rağmen son bir şansın olsa ne güzel olurdu değil mi? Ama emin ol son bir şans değil, son bir kaç şans da olsa sen aynısını yaparsın biliyorsun değil mi? Zaman aleyhimize işliyor, hadi tut ellerinden...

6 Mayıs 2014 Salı

Uğurlama...

Bir gün çıkıp gidecek ruhum
Ellerimden, parmaklarımdan
İstesen de tutamayacaksın
Kayıp gidecek ellerinden
Sonra bir kaç damla gözyaşı dökeceksin
Ruhumun ardından
Bir tas su misali
Çabuk kavuşmak duasıyla...

28 Eylül 2012 Cuma

uyum sorunu...


  Geçen hafta okullar açıldı. Okullu olan binlerce öğrencinin yanı sıra 40 bin öğretmen de okullu oldu. İnsanoğlu doğaya en kolay uyum sağlayan varlıktır ama başlangıçlar herkes için biraz zor oluyor.

  Bu sene birinci sınıfa başlayan öğrenciler ailelerinden, arkadaşlarından, oyuncaklarından ayrılmanın üzüntüsü yaşıyor. Bir yandan da yeni arkadaşlarla tanışmanın, öğretmene alışmanın zorluğunu yaşıyorlar şüphesiz. Bu konuya dair yazılan binlerce yazıyı başka kaynaklardan okuyabilirsiniz. Ben farklı bir konuyu ele almak istiyorum. 40 bin öğretmenin penceresinden uyum sorununu anlatmak istiyorum anlatabildiğim kadarıyla.

  Çoğu öğretmen için yıllarca süren bekleyiş artık son buldu, yıllarca dershane köşelerinde diz çürüten, branşı dışında bir sürü konuya çalışmak zorunda kalan öğretmenler artık okullu oldu. Peki ama bu öğretmenler o süre zarfında öğretmenden başka her bir şeye benzedi. Anne babasına yardım etmek için çiftçi oldu, inşaatçı oldu, esnaf oldu ve daha bir sürü meslek sahibi oldu bu öğretmenler, şimdiyse kucaklarına bırakılan onlarca öğrenciyi eğitmekle görevliler.

  Pazarları domates satan bir öğretmenin ilk 4-5 sene öğrencilerine ne denli faydalı olacağını ben düşünmek bile istemiyorum. Yıpranmış ve bitmiş bir durumda binlerce öğretmenin olduğunu düşünüyorum. Ayrıca yeni ortama ayak uydurmak öyle çok da kolay değil. Yıllarca birbirini tanıyan öğretmenlerin arasında uyum sorunu muhakkak yaşanacaktır, çünkü öğretmen yeni yerini yadırgayacaktır.

  Böyle bir sistemle devam edildiği sürece eğitimin faydalı olacağını ben düşünemiyorum. Öğretmenlik mesleğinin kolay ulaşılabilir bir meslek olması kaliteyi epey düşürüyor. Gördüğüm bazı öğretmenlere değil çocuğumu emanet etmek, köpeğimi bile emanet etmem. Acı ama gerçek...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

karamsarlık...



  hayata bakış açısıdır karamsarlık. yaşadığımız aynı olaylara verdiğimiz tepkiler hep farklıdır. çünkü hayata bakışlarımız farklıdır. hani bardağın boş ya da dolu tarafını görme olayı misali.

  bazen karamsarlık o kadar içine işler ki, karamsarlık hayatının bir penceresi değil, hayatının ta kendisi olur. sen artık inisiyatif kullanamadan her olaya karamsar bakmaya başlarsın. daha maçın ilk dakikalarında "acaba yenilecek miyiz?" korkusu sarar her yanını.

  bu durumun tabi ki binlerce sebebi olabilir ama hayatımızı şekillendiren sınavların bunda payının çok büyük olduğunu düşünüyorum. önce sbs, sonra ygs, lys , sonra kpss diye devam eden hayatımızdaki sınavlar hayatımızı etkilemektedir. başarısız olanlar, başarılı olanlardan çok daha fazladır. bu durum başarısız olanların üzerinde "acaba yine mi başarısız olacağım?" ya da "yine olmayacak." psikolojisini oluşturmaktadır.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

tarifsiz...


  hayat; inişli çıkışlı kısa bir öyküden ibaret... göz açıp kapayıncaya kadar geçen ardında biraz hüzün, biraz mutluluk bırakan heves gibi bir şey aslında. yaşadıklarımıza anlam veremememiz belki de bu yüzden...

  en mutlu ya da en sevinçli anlarımız zannederiz aşk dolu günlermizi. sahiden öyle midir? aşk mutluluk kaynağımız mıdır? aşk olmazsa olmaz mı yani? hepsine koca bir hayır ya da koca bir evet sorumuzun cevabı olabilir mi?

  bazen sorular çok olur ama cevap bir tane olmaz. hani bilirsin belki ama şöyle böyle dersin ama bir türlü anlatamazsın cevabı, tarif edemezsin. aşk da böyledir işte. en karmaşık konulardan biridir. içine aşk koyduğumuz her konudan çıkışımız zorlaşır. en güzel mi en acı günlermiz midir aşk dolu zamanlarımız bilinmez. belki biliriz ama söyleyemeyiz...

  aslında aşk; kullanımına göre yarar ya da zarar sağlayan sıradan bir maddeden ibaret. böyle diyebilir miyiz?

8 Nisan 2012 Pazar

sayıltı...


   karamsar bir toplumuzdur. genelde bir olayın iyi tarafından değil de hep kötü tarafından bakarız. daha ligin 5. haftasından takımımızı düşürür, daha yılın başından yılımızın kötü geçeceğini düşünür, daha 4-5 yaşındaki çocuğumuzdan ümidimizi kesip "bundan bir halt olmaz" deriz. ama durum aslında böyle değildir, sadece biz negatif düşünceye sahibizdir.

  herşey düşüncede bitiyor. nasıl düşünüyorsan ona göre şekilleniyor hayatın. karamsar düşünürsen eğer güzel şeyler olsa da sen yine de mutlu olamıyorsun. çünkü o kadar kötüye odaklanmışsın ki sonuç iyi de olsa beynin onun iyiliğini kabullenemiyor. bunun tersi de olabilir, diğerinden daha iyidir. mesela çok iyi ve pozitif düşünürsün, sonuç negatif olsa da beynin onun iyi taraflarını senin karşına çıkarır ve sen yine mutlu olursun.

  hayatın hangi anında olursan ol eğer iyi düşünürsen sonucundan memnun kalırsın ama kötü düşünürsen sonuç ne olursa olsun tatmin olamazsın. beynine neleri öğretirsen ona göre çalışır. mutluluk aşılarsan beynine sana hep mutlu olacağın şekilde davranmanı sağlar ama mutsuzluğu aşılarsan karşına hep mutsuzluklarını çıkarır. işte bu yüzden mutlu olmak bizim elimizde. karşımıza nasıl ve ne şekilde olaylar çıkarsa çıksın biz sadece mutlu olmak isteyelim. mutlu olmasını bilelim. yoksa beynimiz mutsuzluğu öğrenir ve sonrasında ne yaparsak yapalım mutlu olamayız...

11 Mart 2012 Pazar

bir çocuk...


  klasiktir. her çocuk küçükken sevgiye daha çok ihtiyaç duyar. bir gülüşle, başının okşanmasıyla dünya onun olur. masumluğunu doyurmak o kadar zor değildir yani. çocuk için de durum böyleydi. istediği biraz sevgiydi. ama o aradığı sevgiyi ne annesinde ne de babasında bulabilmişti. okuldaysa durum biraz daha farklıydı. öğretmeni ona ilgi gösteriyordu. çünkü o okulun en çalışkan öğrencisiydi.

  arkadaşları da severdi çocuğu. ama onun istediği bu değildi. onun aradığı sevgi öyle derslerine bakılarak verilen sevgi değildi. onu o olduğu için sevecek birini arıyordu. tabi onun da çok sevdiği biri olmalıydı bu. okul çıkışlarında hep yürüyerek giderdi eve. otobüse para verecek kadar zengin değillerdi. hep aynı caddelerden, hep aynı sokaklardan, hep aynı evlerin önünden geçerek giderdi evine çocuk.

  diğerlerinden hep farklı olmayı başarmıştı. onlar tenefüste oyun oynarken o sınıfta oturur ya ders çalışır ya da düşüncelere dalar giderdi. bir gün eve giderken onu gördü. uzun boylu, siyah saçlı, yeşil gözlüydü. "işte bu" diyordu içinden. ama bir sorun vardı. aralarında çok yaş farkı vardı. hem o bilse bu olayı gülmekten ölürdü heralde. içi içini yiyordu ama bir çözüm bulamıyordu.

  onu takip etmeye başladı. o her gün aynı yerden geçiyordu. çocuk da orada onun gelmesini bekliyordu. o her gün gitar kursuna gidiyordu. çocuk da onun peşinden gidiyor ve çıkıncaya kadar bekliyordu. ta ki onu başkasıyla görünceye kadar. o masum beden buna hazır değildi. o çok sevmişti ama onunla aynı zamanda, aynı mekanda değillerdi işte. bunu anlamak zor oldu çocuk için. zaten kara olan hayatı kapkara olmuştu.

  ve son olarak çocuk çok sevmişti. çocuk düşününce bir daha ve bir daha "sevmek de güzeldi" dedi kendi kendine.