kendimce... kendimden... yazabildiğim kadarıyla... aklıma takılanlar...
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Nisan 2015 Çarşamba
Yorgunluk...
Doğumla ölüm arası hayat bazen seneler, bazen aylar, bazen günler kadar. Ne kadar uzatırsak uzatalım sonlu bir süreç ömür. Ne kadar çok değil, ne kadar güzel olduğu önemlidir. Ne kadar mutlu olduğun, ne kadar mutlu ettiğindir aslında.
Ne kendini bırakmalısın ne de başkalarını unutmalısın. Hayat bu dengeyi kurabilenler için güzel. Mutluluğun şifresi de bunda sanki. Ama ne kadar becerebiliyoruz ki? Ya kendimize gömülüyoruz ya da kendimizi unutuyoruz. Çalış, çabala, varını yoğunu onlara ver. Ve bunlar olurken hayat durmuyor. Sen biterken "bir dakika" diyemiyorsun. Dinlenmek mi? Maalesef.
Ömrün koşar adam senden uzaklaştığını, ölümün sana göz kırptığını anlayamıyorsun. Ta ki ölüm gelinceye kadar. Onca yaptıkların, çektiklerin son bulur. Sahi tüm bu uğraşlara rağmen son bir şansın olsa ne güzel olurdu değil mi? Ama emin ol son bir şans değil, son bir kaç şans da olsa sen aynısını yaparsın biliyorsun değil mi? Zaman aleyhimize işliyor, hadi tut ellerinden...
6 Mayıs 2014 Salı
Uğurlama...
Ellerimden, parmaklarımdan
İstesen de tutamayacaksın
Kayıp gidecek ellerinden
Sonra bir kaç damla gözyaşı dökeceksin
Ruhumun ardından
Bir tas su misali
Çabuk kavuşmak duasıyla...
28 Eylül 2012 Cuma
uyum sorunu...
Geçen hafta okullar açıldı. Okullu olan binlerce öğrencinin yanı sıra 40 bin öğretmen de okullu oldu. İnsanoğlu doğaya en kolay uyum sağlayan varlıktır ama başlangıçlar herkes için biraz zor oluyor.
Bu sene birinci sınıfa başlayan öğrenciler ailelerinden, arkadaşlarından, oyuncaklarından ayrılmanın üzüntüsü yaşıyor. Bir yandan da yeni arkadaşlarla tanışmanın, öğretmene alışmanın zorluğunu yaşıyorlar şüphesiz. Bu konuya dair yazılan binlerce yazıyı başka kaynaklardan okuyabilirsiniz. Ben farklı bir konuyu ele almak istiyorum. 40 bin öğretmenin penceresinden uyum sorununu anlatmak istiyorum anlatabildiğim kadarıyla.
Çoğu öğretmen için yıllarca süren bekleyiş artık son buldu, yıllarca dershane köşelerinde diz çürüten, branşı dışında bir sürü konuya çalışmak zorunda kalan öğretmenler artık okullu oldu. Peki ama bu öğretmenler o süre zarfında öğretmenden başka her bir şeye benzedi. Anne babasına yardım etmek için çiftçi oldu, inşaatçı oldu, esnaf oldu ve daha bir sürü meslek sahibi oldu bu öğretmenler, şimdiyse kucaklarına bırakılan onlarca öğrenciyi eğitmekle görevliler.
Pazarları domates satan bir öğretmenin ilk 4-5 sene öğrencilerine ne denli faydalı olacağını ben düşünmek bile istemiyorum. Yıpranmış ve bitmiş bir durumda binlerce öğretmenin olduğunu düşünüyorum. Ayrıca yeni ortama ayak uydurmak öyle çok da kolay değil. Yıllarca birbirini tanıyan öğretmenlerin arasında uyum sorunu muhakkak yaşanacaktır, çünkü öğretmen yeni yerini yadırgayacaktır.
Böyle bir sistemle devam edildiği sürece eğitimin faydalı olacağını ben düşünemiyorum. Öğretmenlik mesleğinin kolay ulaşılabilir bir meslek olması kaliteyi epey düşürüyor. Gördüğüm bazı öğretmenlere değil çocuğumu emanet etmek, köpeğimi bile emanet etmem. Acı ama gerçek...
15 Ağustos 2012 Çarşamba
karamsarlık...
hayata bakış açısıdır karamsarlık. yaşadığımız aynı olaylara verdiğimiz tepkiler hep farklıdır. çünkü hayata bakışlarımız farklıdır. hani bardağın boş ya da dolu tarafını görme olayı misali.
bazen karamsarlık o kadar içine işler ki, karamsarlık hayatının bir penceresi değil, hayatının ta kendisi olur. sen artık inisiyatif kullanamadan her olaya karamsar bakmaya başlarsın. daha maçın ilk dakikalarında "acaba yenilecek miyiz?" korkusu sarar her yanını.
bu durumun tabi ki binlerce sebebi olabilir ama hayatımızı şekillendiren sınavların bunda payının çok büyük olduğunu düşünüyorum. önce sbs, sonra ygs, lys , sonra kpss diye devam eden hayatımızdaki sınavlar hayatımızı etkilemektedir. başarısız olanlar, başarılı olanlardan çok daha fazladır. bu durum başarısız olanların üzerinde "acaba yine mi başarısız olacağım?" ya da "yine olmayacak." psikolojisini oluşturmaktadır.
8 Nisan 2012 Pazar
sayıltı...
herşey düşüncede bitiyor. nasıl düşünüyorsan ona göre şekilleniyor hayatın. karamsar düşünürsen eğer güzel şeyler olsa da sen yine de mutlu olamıyorsun. çünkü o kadar kötüye odaklanmışsın ki sonuç iyi de olsa beynin onun iyiliğini kabullenemiyor. bunun tersi de olabilir, diğerinden daha iyidir. mesela çok iyi ve pozitif düşünürsün, sonuç negatif olsa da beynin onun iyi taraflarını senin karşına çıkarır ve sen yine mutlu olursun.
hayatın hangi anında olursan ol eğer iyi düşünürsen sonucundan memnun kalırsın ama kötü düşünürsen sonuç ne olursa olsun tatmin olamazsın. beynine neleri öğretirsen ona göre çalışır. mutluluk aşılarsan beynine sana hep mutlu olacağın şekilde davranmanı sağlar ama mutsuzluğu aşılarsan karşına hep mutsuzluklarını çıkarır. işte bu yüzden mutlu olmak bizim elimizde. karşımıza nasıl ve ne şekilde olaylar çıkarsa çıksın biz sadece mutlu olmak isteyelim. mutlu olmasını bilelim. yoksa beynimiz mutsuzluğu öğrenir ve sonrasında ne yaparsak yapalım mutlu olamayız...
23 Şubat 2012 Perşembe
kabuk...
civciv kabuğundan çıkar ve hayatı selamlar. tabi kolay değildir. bir anda "merhaba" diyemez. bir kaç günlük ısrarla, yılmadan, usanmadan kabuğunu gagalamasıyla dışarı çıkar. öyle kolay değildir, kabuğunu kırmak. işte insan da böyle gelmese de dünyaya, insanın da kabuğu vardır. doğduktan sonra kabuk bağlar insan, civcivin aksine. sonra onu kırmak için çalışır, çabalar...
bazı insanlar kabuğuyla yaşamaya devam eder. sanki normalmiş gibi. yadırgamaz, sorgulamaz. ama bizden istenen bu değildir. bizden istenen o kabuğu kırıp kendimiz olmamızdır. herkes bunu başaramaz. sorun başarmak ya da başarmamak da değil aslında. bu olaya kayıtsız kalmamak bile yeter. insan kendi olmak için çabalamıyorsa, hayata verebileceği bir şey yoktur. eğer insan kendi olamazsa, hayatın paraziti olur...
bu yaptığım şey bile bir kabuk kırmaktır belki. kırmaya çalışmak. belki 4-5 kişi okuyacak. ama ben kendim olmak için çabalıyorum işte. ne söyledikleri ya da ne düşündükleri umrumda değil. eğer ben kendim olabilirsem gerisi hikaye. ki benim yaptığım gibi herkes kendi olabilse...
21 Ocak 2012 Cumartesi
internet, sevgisizlik ve çocuklar...
![]() |
internet bu kadar hayatımıza girdikten sonra eve internet almamak da çözüm değil. evde internet olmazsa internete ulaşmak çok da zor değil. o yüzden internetle nasıl güzel bir hayat sürmeliyiz bunları araştırmamız, bunun için neler yapabiliriz, bunun çabasını taşımalıyız. biz ergenler bir yere kadar ne yaptığımıza az çok hakim olsak da, çocuklarımız hiç de öyle değil. o masum çocuklar internetin en savunmasız bireyleri. onları korumaksa bizlere ve onların ebeveynlerine düşüyor...
internette çocuklar genelde oyun oynasa da bazen farklı yolları da merak etmektedirler. bunların başında da cinsel içerikli siteler ve sohbet siteleri geliyor. cinsel içerikli siteler üzerinde pek durmayacağım ama sohbet sitelerine girme sebepleri ile cinsel içerikli sitelere girmelerinin aynı sebeplerle çocukların ilgi alanına girdiğini düşünüyorum. 11-12 yaşındaki çocuklar neden internette sohbet etme ihtiyacı duyar? çünkü, hiç anlaşılmadıklarını düşünürler. ergenliğin başlarındaki bu yaştaki çocuklar sığınacak bir liman, kendilerini biraz dinleyen, hak veren birini ararlar. ve bunu yaparlarken kendi yaşıtlarıyla değil, kendinden büyüklerle konuşma ihtiyacı duyarlar. çünkü, onları daha iyi anlayacaklarını düşünürler. 25-30 yaşındaki bir erkek 11-12 yaşındaki bir kızla sohbet etmeyi istemez. çünkü farklı istekleri olan 2 insandır onlar. çocuk da bunu bildiği için yaşıyla ilgili yalan söyler. çünkü, böylece o insan onunla konuşacak, onun dertlerini sıkıntılarını dinleyecek...
ergenlik çağındaki çocuklar bir an önce büyümek isterler. bu durum bende de vardı. çünkü, çocuk bir an önce büyüyüp dertlerinden, sıkıntılarından kurtulmak ister. 11-12 yaşındaki bir çocuğu internette sohbet etmesinin asıl sebebi sevgisizliktir. eğer annesinin ya da babasının onu sevdiğini düşünse başkasıyla değil ebeveynleriyle dertleşmek isterler. burada ebeveynlere çok büyük görev düşüyor. yani interneti kapatmak ya da şöyle, böyle yapma demeden önce onu ne kadar sevdiğimizi göstermeliyiz. sevgi herşeyin ilacıdır. ona biraz daha ilgi gösterip dertlerini dinlersek çocuk da bu yollara başvurmaz.
son olarak çocuklarımız eğer sohbet sitelerinde gezinmeye başladıysa kendimize şu soruları sormamız gerek: biz yeterince sevgimizi çocuğumuza göstermiyormuyuz? biz acaba çocuğumuzu ihmal mi ettik? eğer interneti kapatır ya da üyeliklerini bitirirseniz hem çocuğunuza zarar vermiş olursunuz hem de başınızı kuma gömmekten başka bir şey yapmamış olursunuz...
14 Kasım 2011 Pazartesi
zıt kutupların dayanlımaz çekiciliği
Dostluk zor ama güzel bir şeydir. Çok zor bulursun. Çünkü dost olman için herşeyin uygun olması lazım, dürüstlük, samimiyet, güven, kafa uyumu... Şimdiye kadar da öyle kimseyle dost olmadım, çünkü kimseye güvenemedim.
Hep bir yapmacıklık ve geçicilik olarak baktım dostluğa. Lise bitinceye kadar, üniversite bitinceye kadar, hatta askerlik bitinceye kadar sürdü arkadaşlıklarım. Bir iki konuştuğum olsa da hani gittiklerinde kalbim yanmadı. Yokluklarını öyle derinden hissetmedim. Öyle hissetmem için dost olmam gerekmiş. Ben kimseyle dost olmadığımı yeni anladım.
Peki dost olmam için ne lazımmış. Zıt kutupların dayanılmaz çekiciliği. İnsan aynı pencereden bakarsa kafa dengi olamıyormuş onu anladım. Ya da ben hep öyle hissettiğimden hemcinsimle öyle bir dostluğum olmadı. Bir yerde rakibin sonuçta. Hani matraklık yapacaksan bile bir yere kadar. Ama dostun karşı cins olursa her şey bir kenara bırakılıyor. Sen bir pencereden bakarsın o da diğer pencereden.
Evet böyle biri oldu. İlk defa aşık olmadığım bir kızla konuştum. Dost oldum. Onunla tatlı, acı herşeyi paylaşıyor, hem gülüp hem ağlıyorduk. Ama her güzel şey gibi bu da kısa sürdü. Hem de sebepsiz bitiverdi. İşte tam burada anladım onunla dost olduğumu. Meğer insan biriyle dost olunca yokluğunda kalbi acıyormuş. Sen aşıksın diyenlere de ısrarla diyorum ki aşk değildi aramızdaki.
Dost olmak için zıt kutuplara ihtiyaç varmış. En azından benim için...
Hep bir yapmacıklık ve geçicilik olarak baktım dostluğa. Lise bitinceye kadar, üniversite bitinceye kadar, hatta askerlik bitinceye kadar sürdü arkadaşlıklarım. Bir iki konuştuğum olsa da hani gittiklerinde kalbim yanmadı. Yokluklarını öyle derinden hissetmedim. Öyle hissetmem için dost olmam gerekmiş. Ben kimseyle dost olmadığımı yeni anladım.
Peki dost olmam için ne lazımmış. Zıt kutupların dayanılmaz çekiciliği. İnsan aynı pencereden bakarsa kafa dengi olamıyormuş onu anladım. Ya da ben hep öyle hissettiğimden hemcinsimle öyle bir dostluğum olmadı. Bir yerde rakibin sonuçta. Hani matraklık yapacaksan bile bir yere kadar. Ama dostun karşı cins olursa her şey bir kenara bırakılıyor. Sen bir pencereden bakarsın o da diğer pencereden.
Evet böyle biri oldu. İlk defa aşık olmadığım bir kızla konuştum. Dost oldum. Onunla tatlı, acı herşeyi paylaşıyor, hem gülüp hem ağlıyorduk. Ama her güzel şey gibi bu da kısa sürdü. Hem de sebepsiz bitiverdi. İşte tam burada anladım onunla dost olduğumu. Meğer insan biriyle dost olunca yokluğunda kalbi acıyormuş. Sen aşıksın diyenlere de ısrarla diyorum ki aşk değildi aramızdaki.
Dost olmak için zıt kutuplara ihtiyaç varmış. En azından benim için...
21 Temmuz 2011 Perşembe
sanal...
bundan çok değil 10 yıl kadar öncesinde çok yabancı olduğumuz bir alandı sanal alem. farklı bir dünyanın kapıları açılmış bize. hani adeta dünyanın kardeşi. birbirinin içine girmiş dünyalar...
sanal alemin iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da var. kötü taraflarını her yerde görmek mümkün, ben sadece bir iyiliğinden bahsedeceğim: arkadaşlık... kızlı erkekli olan arkadaşlıklardan bahsetmiyorum. hani "nasılsın, iyi misin?" diye sorabildiğin, "şu konuda sen ne diyorsun?" diyebildiğin, "bak bugün benim başıma ne geldi." diye anlatabileceğin arkadaşlıklardan bahsediyorum. kız, erkek farketmez. çok güzel bir arkadaşlık, çünkü bir şey anlattığın zaman onun yüzündeki mimikleri görmüyorsun ya da sana bir şey anlatırken altında yatan imaları sezemiyorsun, çünkü görmüyorsun. senle zıtlaştığı ya da kıskandığı yaşadığınız ortak bir mecra yokki senin kötülüğünü falan istesin. çünkü sadece bilgisayar karşısında en uyuşuk zamanlarında senle konuşuyor. ayrıca canını sıksa bir blok kadar kolaydır bitirmek, bir daha yüzünü görmemek ya da o hani yakınında yüzüne söyleyemediğin, içine oturan o son sözleri sanal alemde hiç korkmadan söylersin. ki son söyleyen de olabilirsin.
işte bu yüzden sanal arkadaşlıklar gerçeğinden daha az yaralı olabiliyor. biz yoruldukça, biz sınavlardan kaçtıkça kendi köşemizden böylece dünyamızı seyrediyoruz...
sanal alemin iyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da var. kötü taraflarını her yerde görmek mümkün, ben sadece bir iyiliğinden bahsedeceğim: arkadaşlık... kızlı erkekli olan arkadaşlıklardan bahsetmiyorum. hani "nasılsın, iyi misin?" diye sorabildiğin, "şu konuda sen ne diyorsun?" diyebildiğin, "bak bugün benim başıma ne geldi." diye anlatabileceğin arkadaşlıklardan bahsediyorum. kız, erkek farketmez. çok güzel bir arkadaşlık, çünkü bir şey anlattığın zaman onun yüzündeki mimikleri görmüyorsun ya da sana bir şey anlatırken altında yatan imaları sezemiyorsun, çünkü görmüyorsun. senle zıtlaştığı ya da kıskandığı yaşadığınız ortak bir mecra yokki senin kötülüğünü falan istesin. çünkü sadece bilgisayar karşısında en uyuşuk zamanlarında senle konuşuyor. ayrıca canını sıksa bir blok kadar kolaydır bitirmek, bir daha yüzünü görmemek ya da o hani yakınında yüzüne söyleyemediğin, içine oturan o son sözleri sanal alemde hiç korkmadan söylersin. ki son söyleyen de olabilirsin.
işte bu yüzden sanal arkadaşlıklar gerçeğinden daha az yaralı olabiliyor. biz yoruldukça, biz sınavlardan kaçtıkça kendi köşemizden böylece dünyamızı seyrediyoruz...
14 Temmuz 2011 Perşembe
korkaklık...
hayat seçimlerle dolu. ben yine bir tercih yaptım ve o tercihlerde yine hayatıma sarıldım. hayatımdan kaçamadım...
yarını bilememek tercihlerimizi belirler. o yüzden tercihlerini yaparken hep bugünü düşünmek, bugünle tercihlerini yormak zorundasın. ve o tercihlerini yaparken bazen aza kanaat edersin ya da sadece korkarsın. hayata karşı durmaktan, hani biraz daha koşmaktan, bir kaç tokat ya da tekme atmaktan korkarsın. korkarsın bir gün ona yenileceğinden.
dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak istemezsin. çünkü sen savaşçı değil, hazırcısın. şimdiye kadar hayat hep önüne sunulmuş ve sen hiç itiraz etmeden yemişsin. beğenip beğenmemen ya da şöyle olsa daha güzel olurmu demenin hiç bir önemi yok, sen hazırcısın. ve hazıra konduğun hayatta o bibloların yerinin değişmesini hiç istemezsin, çünkü öyle görmüşsün. değişirse bir şeylerin ters gideceğinden korkarsın.
ya da şükretmişsindir, belki daha iyisi çıkar... öyle değil mi? benim yaptığım hangisi?
yarını bilememek tercihlerimizi belirler. o yüzden tercihlerini yaparken hep bugünü düşünmek, bugünle tercihlerini yormak zorundasın. ve o tercihlerini yaparken bazen aza kanaat edersin ya da sadece korkarsın. hayata karşı durmaktan, hani biraz daha koşmaktan, bir kaç tokat ya da tekme atmaktan korkarsın. korkarsın bir gün ona yenileceğinden.
dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak istemezsin. çünkü sen savaşçı değil, hazırcısın. şimdiye kadar hayat hep önüne sunulmuş ve sen hiç itiraz etmeden yemişsin. beğenip beğenmemen ya da şöyle olsa daha güzel olurmu demenin hiç bir önemi yok, sen hazırcısın. ve hazıra konduğun hayatta o bibloların yerinin değişmesini hiç istemezsin, çünkü öyle görmüşsün. değişirse bir şeylerin ters gideceğinden korkarsın.
ya da şükretmişsindir, belki daha iyisi çıkar... öyle değil mi? benim yaptığım hangisi?
24 Haziran 2011 Cuma
zorlama...
hayat bir tercih meselesi değil, zorunluluktur.
yaşamın her aşaması inişli çıkışlıdır. ne hep iyi gider ne de kötü gider hayat. biraz ondan biraz bundan yaşayarak ölüme yol alırsın. karşına çıkan engellere karşı öylece duramazsın. hani bana ne dediğin şey bile aklını kurcalar, öyle sessiz sakin hayatından geçmez. çok sevinçli bir olay karşısında sadece gülüp geçemezsin, gününe yayılır.
çoğumuz öngörüden yoksunuz. ya iyi olarak görürüz karşımıza çıkanı ya da kötü. grilere yer yok. ama bir yandan da hep hayra yorarız, kafamızda olayı yorduktan. plan yaparız, beğenmez bozarız ya da sağlam kuramamışızdır kendiliğinden bozulur. ki bu olayda hep karşıdaki suçludur. tüm yanlışlarımız aslında bu yanlışla başlar. farkında değilizdir.
biz herşeyin güzel olmasını isteriz. kendimizce zorlarız işte. orasından burasından çekiştirerek bize tam olmayan hayatı giymeye çalışırız. halimiz trajikomik olur haliyle. sonra başımızı iki elimizin arasına koyup düşünmeyi akıl ederiz. ki sık sık etmeliyiz...
yaşamın her aşaması inişli çıkışlıdır. ne hep iyi gider ne de kötü gider hayat. biraz ondan biraz bundan yaşayarak ölüme yol alırsın. karşına çıkan engellere karşı öylece duramazsın. hani bana ne dediğin şey bile aklını kurcalar, öyle sessiz sakin hayatından geçmez. çok sevinçli bir olay karşısında sadece gülüp geçemezsin, gününe yayılır.
çoğumuz öngörüden yoksunuz. ya iyi olarak görürüz karşımıza çıkanı ya da kötü. grilere yer yok. ama bir yandan da hep hayra yorarız, kafamızda olayı yorduktan. plan yaparız, beğenmez bozarız ya da sağlam kuramamışızdır kendiliğinden bozulur. ki bu olayda hep karşıdaki suçludur. tüm yanlışlarımız aslında bu yanlışla başlar. farkında değilizdir.
biz herşeyin güzel olmasını isteriz. kendimizce zorlarız işte. orasından burasından çekiştirerek bize tam olmayan hayatı giymeye çalışırız. halimiz trajikomik olur haliyle. sonra başımızı iki elimizin arasına koyup düşünmeyi akıl ederiz. ki sık sık etmeliyiz...
22 Nisan 2011 Cuma
vize sonrası...
Vize sonrası üniversite öğrencileri genelde evlerine giderler. Hem yaşanan stresi biraz olsun üzerilerinden atmak için hem de aile özlemini dindirmek, memleket kokusunu unutmamak için evin yolunu tutarlar.
Eve gitmeden önce ne zaman gelineceği anneye ya da babaya müjdelenir. Sonra eve gidince nelerin yapılabileceği ortaklaşa planlanır. Yapılacak yemekler, gezilecek yerler, ziyaretler hepsi bellidir. En güzel yemekler öneceden sipariş verilir, sarmalar, dolmalar hazır edilir. Üniversite evlerinde ya da yurtlarında sıradanlaşan makarna çorba ikilisi yerine anne elleriyle yoğrulan pastalar, börekler ve lezzetli yemeklerle öğrenci evin kıymetini bir daha anlar.
Eve gelmenin sabahında anne hazırlıklara başlar, etrafı toplar, yemekleri yapar. Eve gelecek olan çocuk besleyip büyüttüğü değil de sanki bir devlet büyüğüymüşcesine kırmızlı halılarla karşılanır. Telefonlarda giderilen hasretler boyunlara sarılarak süzülür. İlk başlarda en güzel kelimelerle birbirlerine hitap ederler, can sıkılamamaya özen gösterilir, tabi bu uzun sürmez. Anne anne olduğunu, çocuk da çocuk olduğunu hatırlayınca ufak tartışmalar da o kısacık bir haftaya sığar.
Tatil hemen biter. Sayılı gün çabuk geçer derler ya ondandır. Koşa koşa gelinen evden baş önde uzaklaşılır. Annenin bayram sevinci cenaze törenine döner. Çocuğun saray sevdası da zindana geri dönüşle biter. işte bunun gibidir...
Eve gitmeden önce ne zaman gelineceği anneye ya da babaya müjdelenir. Sonra eve gidince nelerin yapılabileceği ortaklaşa planlanır. Yapılacak yemekler, gezilecek yerler, ziyaretler hepsi bellidir. En güzel yemekler öneceden sipariş verilir, sarmalar, dolmalar hazır edilir. Üniversite evlerinde ya da yurtlarında sıradanlaşan makarna çorba ikilisi yerine anne elleriyle yoğrulan pastalar, börekler ve lezzetli yemeklerle öğrenci evin kıymetini bir daha anlar.
Eve gelmenin sabahında anne hazırlıklara başlar, etrafı toplar, yemekleri yapar. Eve gelecek olan çocuk besleyip büyüttüğü değil de sanki bir devlet büyüğüymüşcesine kırmızlı halılarla karşılanır. Telefonlarda giderilen hasretler boyunlara sarılarak süzülür. İlk başlarda en güzel kelimelerle birbirlerine hitap ederler, can sıkılamamaya özen gösterilir, tabi bu uzun sürmez. Anne anne olduğunu, çocuk da çocuk olduğunu hatırlayınca ufak tartışmalar da o kısacık bir haftaya sığar.
Tatil hemen biter. Sayılı gün çabuk geçer derler ya ondandır. Koşa koşa gelinen evden baş önde uzaklaşılır. Annenin bayram sevinci cenaze törenine döner. Çocuğun saray sevdası da zindana geri dönüşle biter. işte bunun gibidir...
7 Nisan 2011 Perşembe
kendimden...
dışarıda yağmur, ıslanmayı göze alamıyorum. ama gitmem gereken bir ömür var. keşfetmem gereken hayat var. çıksam ıslanacak, çıkmasam hayattan mahrum kalacağım. korkuyorum. kendime kızıp "hadi çık dışarı" desem de olmuyor. düşünceler yine beni olduğum yere sabitliyor. kendimden kurtulamıyorum...
yeni oyun... çoğu zaman seçme şansın yok. "ben oynamak istemiyorum" desen de çoğu zaman oyunun içinde bulursun kendini. bazen de beklersin. kendince tartarsın, iyi mi, kötü mü? "başarır mıyım?" dersin. eğer cevabın hayırsa uzaklaşır, kaçarsın. kendine vereceğin bir şansın yoktur. "ya yine üzülürsem, ya bu da eskisi gibi olursa" için seni yer bitirir. sen de vazgeçer, oynamazsın.
sen oynamayınca oyun ortadan kalkmaz. bu sefer başkaları oynar sen seyredersin. korkup katılmadığın oyunda senin için de kararlar verilir. birşey yapamazsın. çünkü, baştan yenilgiyi kabul etmişsindir...
yeni oyun... çoğu zaman seçme şansın yok. "ben oynamak istemiyorum" desen de çoğu zaman oyunun içinde bulursun kendini. bazen de beklersin. kendince tartarsın, iyi mi, kötü mü? "başarır mıyım?" dersin. eğer cevabın hayırsa uzaklaşır, kaçarsın. kendine vereceğin bir şansın yoktur. "ya yine üzülürsem, ya bu da eskisi gibi olursa" için seni yer bitirir. sen de vazgeçer, oynamazsın.
sen oynamayınca oyun ortadan kalkmaz. bu sefer başkaları oynar sen seyredersin. korkup katılmadığın oyunda senin için de kararlar verilir. birşey yapamazsın. çünkü, baştan yenilgiyi kabul etmişsindir...
24 Mart 2011 Perşembe
kısır döngü...
Yaşananlar, dünyanın hali beni hayattan koparıyor. Hayatı anlamsızlaştırıyor. Hep aynılık hissi. Dünya hep aynı hesapların peşinde koşan insanlarla, hep aynı dramı yaşayan mazlumlarla örtülü sanki. Hep ayıu senaryo oynanıyor, biz de hep seyreden oluyoruz. Bir yanda Libya, Bahreyn,Yemen, Suudi Arabistan, Suriye, bir yandaysa bitmek bilmeyen türban ve özgürlükler kıskacında Türkiye...
Bildik senaryoları ayrı gibi önümüze koyamaya çalışıyorlar, bunu yaparken de hem görsel hem de işitsel medyayı buna çok güzel alet ediyorlar. Hani derler ya "delinin biri kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış" durum o misal. Her şeyi tartışalım edasıyla televizyona çıkıyorlar koca koca insanlar. Tamam tartışında bir bakın neyi tartışıyorsunuz, neye hizmet ediyorsunuz!
Bizi hep seyirci zannedenler az sesimiz çıktığı zaman da bizi alt etmeye çalışıyorlar. Şu da bir gerçek ki o sesi çıkardığımız zaman yanımızda kimse kalmıyor. Biz Don Kişot, onlar yel değirmeni.
Bu olanlarla birlikte, gazetecilerin tutuklanması olayı da var. Bu olaya da her açıdan bakılıyor, özellikle gazetecilere özgürlük açısından. Evet, haklılar, tabi ki gazeteci tutuklanmamalı, ama şu da unutulmamalı bu medya "ıslak imza" davasında nasıl sahte imza atılabileceğinin etütünü verdi. Sonra o imza gerçek çıkınca da mahçup duruma düştüler! Genelkurmay başkanı kağıt parçası diye yalanladı, bunu da bizi inandırmaya çalıştılar. "korkmayın, bu lav boş" diyen genelkurmay başkanını televizyon artisti yaptılar. Ama sonrasında bu acele hareketleri karşısında utandılar, çünkü yargı yine haklıydı.
Bekleyelim görelim tüm olanları. Ama bu kısır döngü altında, herşey kabak tadı vermeye başladı. Bende de bir bezginlik. Seçime kadar yine yalanlar, atışmalar, tartışmalar dönecek, sonrası herşey unutulacak. Dünyaysa başka bir alem...
Bildik senaryoları ayrı gibi önümüze koyamaya çalışıyorlar, bunu yaparken de hem görsel hem de işitsel medyayı buna çok güzel alet ediyorlar. Hani derler ya "delinin biri kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış" durum o misal. Her şeyi tartışalım edasıyla televizyona çıkıyorlar koca koca insanlar. Tamam tartışında bir bakın neyi tartışıyorsunuz, neye hizmet ediyorsunuz!
Bizi hep seyirci zannedenler az sesimiz çıktığı zaman da bizi alt etmeye çalışıyorlar. Şu da bir gerçek ki o sesi çıkardığımız zaman yanımızda kimse kalmıyor. Biz Don Kişot, onlar yel değirmeni.
Bu olanlarla birlikte, gazetecilerin tutuklanması olayı da var. Bu olaya da her açıdan bakılıyor, özellikle gazetecilere özgürlük açısından. Evet, haklılar, tabi ki gazeteci tutuklanmamalı, ama şu da unutulmamalı bu medya "ıslak imza" davasında nasıl sahte imza atılabileceğinin etütünü verdi. Sonra o imza gerçek çıkınca da mahçup duruma düştüler! Genelkurmay başkanı kağıt parçası diye yalanladı, bunu da bizi inandırmaya çalıştılar. "korkmayın, bu lav boş" diyen genelkurmay başkanını televizyon artisti yaptılar. Ama sonrasında bu acele hareketleri karşısında utandılar, çünkü yargı yine haklıydı.
Bekleyelim görelim tüm olanları. Ama bu kısır döngü altında, herşey kabak tadı vermeye başladı. Bende de bir bezginlik. Seçime kadar yine yalanlar, atışmalar, tartışmalar dönecek, sonrası herşey unutulacak. Dünyaysa başka bir alem...
28 Şubat 2011 Pazartesi
Yaralarım...
Daha çok küçükken tanıştım onunla. İlk başlarda koltuktan düştüğümde hissettim onu. “Artık ben burdayım” diyordu. Ne olduğunu başlarda anlamadım, o kadar küçüktüm. Sadece biraz canım yanıyordu, sonra unutuyordum. Ben büyüdüm ama o değişmedi. Sokak aralarında koştururken çıktı bu sefer karşıma. Ne zaman yaramazlık yapsam hemen yanımda görürdüm onu. Sorardım niye geldin diye. O ise bir derviş edasıyla “yaramazlık yaptın, ben o yüzden senin yanına geldim. Eğer uslu dursaydın gelmezdim.” Diyordu. Bazen küçük bir sıyırık olarak karşımdaydı, bazense aylarca iyileşmesini beklediğim bir yaraydı o.
Yıllar geçti, ben daha da büyüdüm, hem uslandım da. Küçükken anlaşma yapmıştık “yaramazlık yapmazsan ben de senin yanına gelmem.” Diye, işte o yüzden daha rahat hissediyordum kendimi. Artık onu görmeyecektim. Yanılmışım. Ben nasıl uslandımsa o da değişmiş. Başka biri olmuş. Bir gün içimde bir acı hissettim. Düşmemiştim, hiç kanayan yerim de yoktu. Bu acının neden olduğunu anlamıyorken onu gördüm. Yanımda öylece duruyordu. Yüzüne kızgınca bakıp “neden buradasın?” diye sordum. Başı önünde, soruma da hiç cevap vermeden duruyordu.
“Hadi küçükken yaramazlık yaptım da geldin yara, şimdi niye buradasın?” şimdiki görevi de bu. Sebep yok ama acı var. Kanayan diz yok ama kalp yarası var…
7 Şubat 2011 Pazartesi
isim benzerliği... (neden gamtozu?)
Farklı olmayı ben istemedim ama insanız. Herkesin ayrı bir şekli, ayrı bir dünyası var. Kimsenin yaşadığı kimseninkine benzemez. Muhakkak benzer taraflarımız da olur. Ki çoğu filmde "aa benim de böyle başımdan bir olay geçmişti" ya da "ben olsam ben de böyle yapardım" dediğimiz replikler olmuştur ama herkesin ayrı bir dünya olduğu gerçeği de çok açıktır.
Ben de farklıyım. Birilerinin taklidi olmayı da hiç istemem çünkü öyle olsa herkese aynı hayat bahşedilirdi. Hiç düşünmez, tartmaz, yapardık ne yapılacaksa ve yaşardık aynı sıradanlıkta ama öyle değil. Koyun da değiliz biri atlsasa biz de atlayalım. Çabam da bundandır. Allah herkese düşünsün diye akıl verdi. Bazı zamanlar da oluyor ki en orijinal diye düşündüğünüz şey aslında ne kadar da çok kullanılmış, söylenmiş, bestelenmiş. Bu nasıl bir hayat tokatıdır bilemedim. Hani insan kendini bir şey sanmasında mı atılır bu tokat ya da anlamadığım bir mesaj mı konduruldu. Bilmiyorum.
En kötü orijinal, en iyi taklitten her zaman daha güzel durmuştur dünyamda. Adımı da ondan değiştirdim ama yalnız değilmişim...
Ben de farklıyım. Birilerinin taklidi olmayı da hiç istemem çünkü öyle olsa herkese aynı hayat bahşedilirdi. Hiç düşünmez, tartmaz, yapardık ne yapılacaksa ve yaşardık aynı sıradanlıkta ama öyle değil. Koyun da değiliz biri atlsasa biz de atlayalım. Çabam da bundandır. Allah herkese düşünsün diye akıl verdi. Bazı zamanlar da oluyor ki en orijinal diye düşündüğünüz şey aslında ne kadar da çok kullanılmış, söylenmiş, bestelenmiş. Bu nasıl bir hayat tokatıdır bilemedim. Hani insan kendini bir şey sanmasında mı atılır bu tokat ya da anlamadığım bir mesaj mı konduruldu. Bilmiyorum.
En kötü orijinal, en iyi taklitten her zaman daha güzel durmuştur dünyamda. Adımı da ondan değiştirdim ama yalnız değilmişim...
15 Ocak 2011 Cumartesi
Geçmişi kabullenmek...
İnsanoğlu işte, hep daha iyisine, hep daha güzeline layık görür kendini. Acılar hemen bitsin ama mutluluklar hiç bitmesin ister. Kötü anıları kafasından silmek için binbir çaba harcar, kızar da kendine ama iyi hatıraların hep taze kalmasını, tekrar tekrar yaşanmasını ister. Herkesin dileğidir zaman makinesi. Kimi acılarını silmek, kimileriyse mutluluklarını tekrar yaşamak için geçmişe gitmek, hayatını aldığı derslerle tekrar inşa etmek ister.
Kusurlu bir bedende kusursuz bir hayat arar! Geri dönüşün o yüzden dayanılmaz bir çekiciliği vardır. Hani hayata sıfırdan başlamak, işte onun gibi. Bir anda geçmişe, sıfıra gitmek. O masumluk, o suçsuzluk... Hepimizin istediği de bu aslında. İyiler kalsın ama yaptığımız hatalar silinsin. O zaman kendimize söz veririz, bir daha şunu yapmayacağım, bir daha bunu yapmayacağım. Ama öyle olur mu dersiniz? Bana pek mümkün gibi gelmiyor. Yaşantımız boyunca kendimize ve başkalarına verdiğimiz onca tutamadığımız söz varken, sıfırdan başlayıp hata yapmamak bana zor ya da imkansız gibi geliyor. Ki fıtrat olarak da insan hata yapmaya hep meyillidir. Yaşadığımız hayatı iyisiyle kötüsüyle kabul edip, ileriki hayatımızı daha güzel şekilde yaşayabilmek için hem dua etmeli hem de çabalamalı. Böyle olursa daha acısız olacağını düşünüyorum...
Kusurlu bir bedende kusursuz bir hayat arar! Geri dönüşün o yüzden dayanılmaz bir çekiciliği vardır. Hani hayata sıfırdan başlamak, işte onun gibi. Bir anda geçmişe, sıfıra gitmek. O masumluk, o suçsuzluk... Hepimizin istediği de bu aslında. İyiler kalsın ama yaptığımız hatalar silinsin. O zaman kendimize söz veririz, bir daha şunu yapmayacağım, bir daha bunu yapmayacağım. Ama öyle olur mu dersiniz? Bana pek mümkün gibi gelmiyor. Yaşantımız boyunca kendimize ve başkalarına verdiğimiz onca tutamadığımız söz varken, sıfırdan başlayıp hata yapmamak bana zor ya da imkansız gibi geliyor. Ki fıtrat olarak da insan hata yapmaya hep meyillidir. Yaşadığımız hayatı iyisiyle kötüsüyle kabul edip, ileriki hayatımızı daha güzel şekilde yaşayabilmek için hem dua etmeli hem de çabalamalı. Böyle olursa daha acısız olacağını düşünüyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)