kendimce... kendimden... yazabildiğim kadarıyla... aklıma takılanlar...

28 Eylül 2012 Cuma

uyum sorunu...


  Geçen hafta okullar açıldı. Okullu olan binlerce öğrencinin yanı sıra 40 bin öğretmen de okullu oldu. İnsanoğlu doğaya en kolay uyum sağlayan varlıktır ama başlangıçlar herkes için biraz zor oluyor.

  Bu sene birinci sınıfa başlayan öğrenciler ailelerinden, arkadaşlarından, oyuncaklarından ayrılmanın üzüntüsü yaşıyor. Bir yandan da yeni arkadaşlarla tanışmanın, öğretmene alışmanın zorluğunu yaşıyorlar şüphesiz. Bu konuya dair yazılan binlerce yazıyı başka kaynaklardan okuyabilirsiniz. Ben farklı bir konuyu ele almak istiyorum. 40 bin öğretmenin penceresinden uyum sorununu anlatmak istiyorum anlatabildiğim kadarıyla.

  Çoğu öğretmen için yıllarca süren bekleyiş artık son buldu, yıllarca dershane köşelerinde diz çürüten, branşı dışında bir sürü konuya çalışmak zorunda kalan öğretmenler artık okullu oldu. Peki ama bu öğretmenler o süre zarfında öğretmenden başka her bir şeye benzedi. Anne babasına yardım etmek için çiftçi oldu, inşaatçı oldu, esnaf oldu ve daha bir sürü meslek sahibi oldu bu öğretmenler, şimdiyse kucaklarına bırakılan onlarca öğrenciyi eğitmekle görevliler.

  Pazarları domates satan bir öğretmenin ilk 4-5 sene öğrencilerine ne denli faydalı olacağını ben düşünmek bile istemiyorum. Yıpranmış ve bitmiş bir durumda binlerce öğretmenin olduğunu düşünüyorum. Ayrıca yeni ortama ayak uydurmak öyle çok da kolay değil. Yıllarca birbirini tanıyan öğretmenlerin arasında uyum sorunu muhakkak yaşanacaktır, çünkü öğretmen yeni yerini yadırgayacaktır.

  Böyle bir sistemle devam edildiği sürece eğitimin faydalı olacağını ben düşünemiyorum. Öğretmenlik mesleğinin kolay ulaşılabilir bir meslek olması kaliteyi epey düşürüyor. Gördüğüm bazı öğretmenlere değil çocuğumu emanet etmek, köpeğimi bile emanet etmem. Acı ama gerçek...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

karamsarlık...



  hayata bakış açısıdır karamsarlık. yaşadığımız aynı olaylara verdiğimiz tepkiler hep farklıdır. çünkü hayata bakışlarımız farklıdır. hani bardağın boş ya da dolu tarafını görme olayı misali.

  bazen karamsarlık o kadar içine işler ki, karamsarlık hayatının bir penceresi değil, hayatının ta kendisi olur. sen artık inisiyatif kullanamadan her olaya karamsar bakmaya başlarsın. daha maçın ilk dakikalarında "acaba yenilecek miyiz?" korkusu sarar her yanını.

  bu durumun tabi ki binlerce sebebi olabilir ama hayatımızı şekillendiren sınavların bunda payının çok büyük olduğunu düşünüyorum. önce sbs, sonra ygs, lys , sonra kpss diye devam eden hayatımızdaki sınavlar hayatımızı etkilemektedir. başarısız olanlar, başarılı olanlardan çok daha fazladır. bu durum başarısız olanların üzerinde "acaba yine mi başarısız olacağım?" ya da "yine olmayacak." psikolojisini oluşturmaktadır.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

tarifsiz...


  hayat; inişli çıkışlı kısa bir öyküden ibaret... göz açıp kapayıncaya kadar geçen ardında biraz hüzün, biraz mutluluk bırakan heves gibi bir şey aslında. yaşadıklarımıza anlam veremememiz belki de bu yüzden...

  en mutlu ya da en sevinçli anlarımız zannederiz aşk dolu günlermizi. sahiden öyle midir? aşk mutluluk kaynağımız mıdır? aşk olmazsa olmaz mı yani? hepsine koca bir hayır ya da koca bir evet sorumuzun cevabı olabilir mi?

  bazen sorular çok olur ama cevap bir tane olmaz. hani bilirsin belki ama şöyle böyle dersin ama bir türlü anlatamazsın cevabı, tarif edemezsin. aşk da böyledir işte. en karmaşık konulardan biridir. içine aşk koyduğumuz her konudan çıkışımız zorlaşır. en güzel mi en acı günlermiz midir aşk dolu zamanlarımız bilinmez. belki biliriz ama söyleyemeyiz...

  aslında aşk; kullanımına göre yarar ya da zarar sağlayan sıradan bir maddeden ibaret. böyle diyebilir miyiz?

8 Nisan 2012 Pazar

sayıltı...


   karamsar bir toplumuzdur. genelde bir olayın iyi tarafından değil de hep kötü tarafından bakarız. daha ligin 5. haftasından takımımızı düşürür, daha yılın başından yılımızın kötü geçeceğini düşünür, daha 4-5 yaşındaki çocuğumuzdan ümidimizi kesip "bundan bir halt olmaz" deriz. ama durum aslında böyle değildir, sadece biz negatif düşünceye sahibizdir.

  herşey düşüncede bitiyor. nasıl düşünüyorsan ona göre şekilleniyor hayatın. karamsar düşünürsen eğer güzel şeyler olsa da sen yine de mutlu olamıyorsun. çünkü o kadar kötüye odaklanmışsın ki sonuç iyi de olsa beynin onun iyiliğini kabullenemiyor. bunun tersi de olabilir, diğerinden daha iyidir. mesela çok iyi ve pozitif düşünürsün, sonuç negatif olsa da beynin onun iyi taraflarını senin karşına çıkarır ve sen yine mutlu olursun.

  hayatın hangi anında olursan ol eğer iyi düşünürsen sonucundan memnun kalırsın ama kötü düşünürsen sonuç ne olursa olsun tatmin olamazsın. beynine neleri öğretirsen ona göre çalışır. mutluluk aşılarsan beynine sana hep mutlu olacağın şekilde davranmanı sağlar ama mutsuzluğu aşılarsan karşına hep mutsuzluklarını çıkarır. işte bu yüzden mutlu olmak bizim elimizde. karşımıza nasıl ve ne şekilde olaylar çıkarsa çıksın biz sadece mutlu olmak isteyelim. mutlu olmasını bilelim. yoksa beynimiz mutsuzluğu öğrenir ve sonrasında ne yaparsak yapalım mutlu olamayız...

11 Mart 2012 Pazar

bir çocuk...


  klasiktir. her çocuk küçükken sevgiye daha çok ihtiyaç duyar. bir gülüşle, başının okşanmasıyla dünya onun olur. masumluğunu doyurmak o kadar zor değildir yani. çocuk için de durum böyleydi. istediği biraz sevgiydi. ama o aradığı sevgiyi ne annesinde ne de babasında bulabilmişti. okuldaysa durum biraz daha farklıydı. öğretmeni ona ilgi gösteriyordu. çünkü o okulun en çalışkan öğrencisiydi.

  arkadaşları da severdi çocuğu. ama onun istediği bu değildi. onun aradığı sevgi öyle derslerine bakılarak verilen sevgi değildi. onu o olduğu için sevecek birini arıyordu. tabi onun da çok sevdiği biri olmalıydı bu. okul çıkışlarında hep yürüyerek giderdi eve. otobüse para verecek kadar zengin değillerdi. hep aynı caddelerden, hep aynı sokaklardan, hep aynı evlerin önünden geçerek giderdi evine çocuk.

  diğerlerinden hep farklı olmayı başarmıştı. onlar tenefüste oyun oynarken o sınıfta oturur ya ders çalışır ya da düşüncelere dalar giderdi. bir gün eve giderken onu gördü. uzun boylu, siyah saçlı, yeşil gözlüydü. "işte bu" diyordu içinden. ama bir sorun vardı. aralarında çok yaş farkı vardı. hem o bilse bu olayı gülmekten ölürdü heralde. içi içini yiyordu ama bir çözüm bulamıyordu.

  onu takip etmeye başladı. o her gün aynı yerden geçiyordu. çocuk da orada onun gelmesini bekliyordu. o her gün gitar kursuna gidiyordu. çocuk da onun peşinden gidiyor ve çıkıncaya kadar bekliyordu. ta ki onu başkasıyla görünceye kadar. o masum beden buna hazır değildi. o çok sevmişti ama onunla aynı zamanda, aynı mekanda değillerdi işte. bunu anlamak zor oldu çocuk için. zaten kara olan hayatı kapkara olmuştu.

  ve son olarak çocuk çok sevmişti. çocuk düşününce bir daha ve bir daha "sevmek de güzeldi" dedi kendi kendine.

23 Şubat 2012 Perşembe

kabuk...


  her insan belli bir eğitimle, eğilimle gelir dünyaya. yoğrulur hayatın, toplumun elinde. yapmak istedikleri, yapamadıkları, yapacakları vardır. her ne kadar kendi istekleri olmasa da...

  civciv kabuğundan çıkar ve hayatı selamlar. tabi kolay değildir. bir anda "merhaba" diyemez. bir kaç günlük ısrarla, yılmadan, usanmadan kabuğunu gagalamasıyla dışarı çıkar. öyle kolay değildir, kabuğunu kırmak. işte insan da böyle gelmese de dünyaya, insanın da kabuğu vardır. doğduktan sonra kabuk bağlar insan, civcivin aksine. sonra onu kırmak için çalışır, çabalar...

  bazı insanlar kabuğuyla yaşamaya devam eder. sanki normalmiş gibi. yadırgamaz, sorgulamaz. ama bizden istenen bu değildir. bizden istenen o kabuğu kırıp kendimiz olmamızdır. herkes bunu başaramaz. sorun başarmak ya da başarmamak da değil aslında. bu olaya kayıtsız kalmamak bile yeter. insan kendi olmak için çabalamıyorsa, hayata verebileceği bir şey yoktur. eğer insan kendi olamazsa, hayatın paraziti olur...

  bu yaptığım şey bile bir kabuk kırmaktır belki. kırmaya çalışmak. belki 4-5 kişi okuyacak. ama ben kendim olmak için çabalıyorum işte. ne söyledikleri ya da ne düşündükleri umrumda değil. eğer ben kendim olabilirsem gerisi hikaye. ki benim yaptığım gibi herkes kendi olabilse...

7 Şubat 2012 Salı

yeni sayfa...


  uzun bir arayıştır, aşk. aşk, bir yerde en küçüğünden en büyüğüne herkesin derdidir. ararız her zaman, her yerde. bazen annemizde buluruz aşkı, bazen babamızda, bazen dostumuzda. ama bizim istediğimiz yar aşkıdır. bir ömre baş koyacağımız insanı her zaman ararız. belki merak da ederiz. acaba o kim olacak? bu soruya da cevap ararız...

  bir tutam aşk ararken aslında sevilmek isteriz. biraz olsun sevilmek. hani yemek yemek, su içmek gibi bir ihtiyaçtır bu. söyledim ya bazen annen sever seni, bazen baban ama yetmez işte. sen ömürlük sevgi ararsın. ömrünün sonuna kadar yanında olacak. ve onunla çok farklı duyguları da paylaşacağın bir sevgili ararsın...

  çok yanılırsın. "evet, buldum" dedikten bir süre sonra, "yok, bu da değilmiş" dersin. çünkü o seni bırakıp gitmiştir. "evet, tam bana göre" dersin ama o da seni üzmeye başlar. sen onu çok seversin ama o seni sevmez. sen gönlünün sarayını ararken başka saraylarda da misafir edilirsin. tabi her sarayda ayrı hüzün seni karşılar. çünkü yar yine sarayda değildir. bazen pes eder, bırakırsın. yola devam etmez, olduğun yerde döner durursun, yıkılırsın. sonra tekrar ayağa kalkar yola devam edersin. çünkü birileri seni o sarayda bekliyordur. ona kavuşmak vardır sonunda...

  yanlış seçimler yaparsın. ama hiç beklemediğin bir zamanda, en zayıf düştüğün anda Allah sana başka bir yol gösterir. yorgunsundur, umutsuzsundur. son bir halle çabalarsın. çabaladığına değer, evet işte ordadır sevgili. sen kendince çabalarken Allah onu sana hazırlamıştır, senin haberin yoktur. pişman olursun, neden ben önce bu yolu görmedim de üzüldüm, yanıldım, kırıldım dersin. tabi geçmişi değiştiremezsin. pişmanlığınla af dilersin...

  Allah hayatımda yeni bir sayfa açtı. ben aciz olduğumu unutup saçmalamışım. her şeyin en iyisini Allah bilir. Allah bizi bizden daha çok düşünüyor. Allah sonumuzu hayır etsin. şunu hiç bir zaman unutmayalım, ne olursa olsun sadece ondan isteyelim. ve yanlış bir yol eğer varacağınız yere gidiyorsa o yolu değil de doğru yoldan gitmeye çalışalım. çünkü yanlıştan doğru çıkmaz...

29 Ocak 2012 Pazar

belirsizlik...


  hayat garip. ne zaman ne olacağı belli değil. bir gün çok üzülürsün, bakarsın sonrasında çok mutlu olursun. bazen çok gülersin, sonrasında çok üzülürsün. ne olacağı hiç belli değil. biz sadece günü yaşamaya çalışıyoruz...

  ne olacağını bilememek insanı tedirgin ediyor. iyi bir şeyi de beklesek, kötü bir şeyi de beklesek huzursuz oluyoruz. beklenen zaman, beklenen kişi, beklenen olay bir an önce gelsin istiyoruz. olsun ne olcaksa. güleceksek de ağlayacaksak da bir an önce olsun, bitsin istiyoruz. beklemek tedirgin ediyor insanı...

  geçmişime baktığım zaman çok kötü zamanlarım oldu demeyeceğim. zor olaylar olsa da şükür buradayım, yaşıyorum demek beni her zaman güçlü yapmıştır. zor zamanları geride bırakmanın sevinci de ayrı bi duygu. hayatım Allah'ın kudretiyle evrilip çevrilmekte. oysa neler istemiştim. şimdi neler var elimde. iyi mi kötü mü bilmiyorum ama hep deriz ya hayırlısı böyleymiş...

  şimdi tekrar bir belirsizliğin içindeyim. ne olacak, ne bitecek hiç bir fikrim yok. güzel bir şey olcak gibi olsa da yine de korkuyorum. elimden sadece dua etmek geliyor. hani bir söz var ya " görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler"...

24 Ocak 2012 Salı

insan ve değişim...

  zaman hızla ilerlerken, herşey değişiyor, dünya küçülüyor. hal böyleyken biz çağın getirdiklerine karşı koyamıyoruz. bir sokak ötemiz ya da yan komşumuz kadar yakın artık dünya. önceden köyünden ya da kasabandan çıkmasan belki masumluğunu korurdun ama şimdi bu olay hiç de kolay değil. her tarafı saran iletişim ağları bizi çok derinden etkilemektedir. "bana ne olup bitenden, ben işime bakarım." diyemiyoruz...

  çağımız, gittikçe küçülen dünyada bizi tek tip insana dönüştürmenin planlarını yapıyor. yani aynı şeyleri giyen, aynı şeyleri yiyen ve içen, aynı şeyleri düşünen insan oluşturmaya çalışıyor. bunu başarmıyor da diyemeyiz. çünkü artık nasıl küçük bir köyde yaşayan insanlar birbirinden etkileniyorsa dünya da o köy gibi insanları etkilemeye başladı. ve dünya köye dönüyor...

  gazetelerde okuyoruz ya da televizyondan izliyoruz gökdelenlerin arasında kalan evini satmamakta ısrar eden insanları. bize göre delilik ama o insanlar kendileri olmaktan vazgeçmiyorlar. kendi yaşantılarını diğer insanlara göre şekillendirmiyorlar ya da bunun için çabalıyorlar. aynı bunun gibi ben de diğer insanlara inat değişiyorum. onlara benzememek için elimden geleni yapıyorum. çünkü ben, ben olmak istiyorum, onlar değil. çağın getirdiği şeylere çok da kolay karşı koyamıyorsun, sen de bazen içinde buluyorsun kendini. ama ısrarla ben olmaya çalışırsan başarırsın...

  peki neden "ben"? eğer ben diğe bir şey olmasaydı hepimiz herhangi bir çiçek ya da hayvan türünden farkımız olmazdı. aynı şeyleri yapmak, aynı şeylerden hoşlanmak ya da nefret etmek biz insanlara yakışan bir şey değil. insana kalıp biçilmez. bırakın herkes kendisi olmaya çalışsın...

21 Ocak 2012 Cumartesi

internet, sevgisizlik ve çocuklar...

  internet, çağımızın kaçınılmaz gerçeğidir. artık internet her yerde, evlerde, okullarda, kafelerde, restoranlarda... her maddenin kullanma biçimine göre iyi ve kötü yanları vardır. kimi bıçakla domates doğrar kimi de bir insanın canına kıyar. biraz trajikomik bir durum ama bildiğimiz damacanayı bile farklı amaç için kullanırsak o damacana bile kötü bir unsur olabilir. aynı bunlar gibi internet güzel amaçlar için de kullanılıyor, kötü amaçlar için de. sınırsız bir iyi, kötü sentezi var internette. iyiliğin de sınırı yok, kötülüğün de...

   internet bu kadar hayatımıza girdikten sonra eve internet almamak da çözüm değil. evde internet olmazsa internete ulaşmak çok da zor değil. o yüzden internetle nasıl güzel bir hayat sürmeliyiz bunları araştırmamız, bunun için neler yapabiliriz, bunun çabasını taşımalıyız. biz ergenler bir yere kadar ne yaptığımıza az çok hakim olsak da, çocuklarımız hiç de öyle değil. o masum çocuklar internetin en savunmasız bireyleri. onları korumaksa bizlere ve onların ebeveynlerine düşüyor...

   internette çocuklar genelde oyun oynasa da bazen farklı yolları da merak etmektedirler. bunların başında da cinsel içerikli siteler ve sohbet siteleri geliyor. cinsel içerikli siteler üzerinde pek durmayacağım ama sohbet sitelerine girme sebepleri ile cinsel içerikli sitelere girmelerinin aynı sebeplerle çocukların ilgi alanına girdiğini düşünüyorum. 11-12 yaşındaki çocuklar neden internette sohbet etme ihtiyacı duyar? çünkü, hiç anlaşılmadıklarını düşünürler. ergenliğin başlarındaki bu yaştaki çocuklar sığınacak bir liman, kendilerini biraz dinleyen, hak veren birini ararlar. ve bunu yaparlarken kendi yaşıtlarıyla değil, kendinden büyüklerle konuşma ihtiyacı duyarlar. çünkü, onları daha iyi anlayacaklarını düşünürler. 25-30 yaşındaki bir erkek 11-12 yaşındaki bir kızla sohbet etmeyi istemez. çünkü farklı istekleri olan 2 insandır onlar. çocuk da bunu bildiği için yaşıyla ilgili yalan söyler. çünkü, böylece o insan onunla konuşacak, onun dertlerini sıkıntılarını dinleyecek...

   ergenlik çağındaki çocuklar bir an önce büyümek isterler. bu durum bende de vardı. çünkü, çocuk bir an önce büyüyüp dertlerinden, sıkıntılarından kurtulmak ister. 11-12 yaşındaki bir çocuğu internette sohbet etmesinin asıl sebebi sevgisizliktir. eğer annesinin ya da babasının onu sevdiğini düşünse başkasıyla değil ebeveynleriyle dertleşmek isterler. burada ebeveynlere çok büyük görev düşüyor. yani interneti kapatmak ya da şöyle, böyle yapma demeden önce onu ne kadar sevdiğimizi göstermeliyiz. sevgi herşeyin ilacıdır. ona biraz daha ilgi gösterip dertlerini dinlersek çocuk da bu yollara başvurmaz.

   son olarak çocuklarımız eğer sohbet sitelerinde gezinmeye başladıysa kendimize şu soruları sormamız gerek: biz yeterince sevgimizi çocuğumuza göstermiyormuyuz? biz acaba çocuğumuzu ihmal mi ettik? eğer interneti kapatır ya da üyeliklerini bitirirseniz hem çocuğunuza zarar vermiş olursunuz hem de başınızı kuma gömmekten başka bir şey yapmamış olursunuz...